27 Aralık 2009 Pazar

MUTLUYDUK, ÇOK MUTLU !



Teknolojinin vardığı sonucu değil de teknolojinin bizzat kendisine, en iyisine ,dolayısıyla en pahalısına sahip olmaya çalışan gençliği ve onları mutlu etme pahasına kendilerini zora sokan ebeveynleri gördükçe üzülüyorum. Yaşattıkları mutluluk o kadar kısa süreli ve yalan ki.

Kalıcı mutluluklar başkaydı benim çocukluğumda. Sabah kahvaltıdan sonra çıkardık sokağa. İkindiye kadar apartmanda oynanan evcilikten sonra akşam üzeri arka bahçeye koşardık. Gayemiz sadece oyun oynamaktı. İstop, yakan top, dokuz taş, yakalamaç, kulaktan kulağa, sessiz sinema ve daha niceleri. Bu oyunlar bile yetmezdi. Kendi bulduğum cadı yakalamacası oyununa bayılırdı bizimkiler. Ben cadı olur diğerlerini teker teker yakalar ; yakaladıklarıma ise ceza olarak hayvan taklidi yaptırırdım. Saçma belki ama komik ve çok eğlenceliydi. Hepimizin ayağında tokya terlikler vardı. Çoğu da beyazdı. Bazılarının üzerinde plastikten renkli çiçekleri olurdu. Ama tokya'ydı işte ! Bazen "terlikler foraaa! " yapıp koşardık beton yollarda.

Konfeksiyon ürünleri de çok yoktu o zamanlar. Belki vardı ama alan azdı çünkü pahalıydı. Annem her ay aldığı Burda'lardan beğendiklerimizi Kemeraltı'na inip aldığı kumaşlardan diker koyardı başucumuza. Bayılırdım dikiş gecelerine. Karşı komşumuz ciciannemin kızı Semra Abla'm ile annemin , dikişle birlikte bol kaynatmalı sohbetlerini bir köşeye sinerek ses çıkarmadan dinler ; Burda'ların sarışın mankenlerini annem esmerlerini de Semra Abla'm yapar kendimce oyun oynardım. Mutluyduk hem de çok mutlu.

Ne eşofmanlarımızın ne de ayakkabılarımızın markaları vardı. İkisi de bir amaca hizmet etmek için üretilmişlerdi bizim için o kadar. Kızlar kırmızı, erkekler lacivert giyerdi; yanlarında beyaz şeritleriyle. Ayaklarda da o zamanın tiger ayakkabısı. Lacivert, yanları da sarı şeritli. Ne Adidas,ne Nike ne de başkası. Çok sonraları Puma çıkmıştı; ilk bildiğimiz. Ama sahip olamadığımız için üzülmedik biz hiç. Mutluyduk, çok mutlu.

Çizgi filimlerimiz Heidi, Şeker Kız Candy ; dizilerimiz Küçük Ev , Walton Ailesi,San Francisco Sokakları, Beyaz Gölge, Bonanza; gençlik dizimiz Fame ilk aklıma gelenler. Her evde bir radyo ; Fm3 İzzet Öz 'ün "Teleskop" programı beklenir, eller kayıt çihazında hazır. Başladı mı , kayıt! En flas,popüler parçalar bu programda yer alırdı. Abim gözü gibi bakardı kasetlerine.Belki 500 tane olan o zamandan kalan kasetleri hala atmadım,atamam. Anılar yüklü hepsinde.
Akşamları TRT de (zaten başka kanal yoktu) verilecek filmler için ciciannemlerle biraraya gelinir, hiç ses çıkarmadan izlenir,arada çaylar hüpletilir; bitince de mutlaka kritiği yapılırdı. Hiç boş akşamımız yoktu.Bir akşam biz onlarda, bir akşam onlar bizde. Biraz geç kalınsın duvar vurulurdu hadi diye. Bizler mutluyduk çok mutlu.

Mutluluğu insanda , arkadaşta, dostta, oyunda, müzikte, sohbette, kitapta bulan nesildik. İsteklerimiz, ihtiraslarımız , "Neden alınmadı ?" kaprislerimiz yoktu. Bu sebeple anneler ve babalar çocuklarına alamayacakları ve alamadıkları şeyler için üzülmezlerdi. Diye düşünürken aklıma geldi. Acaba zaman içerisinde ebeveynlerin davranış şekli değişmiş olabilir mi ? Anne ve babaların sahip olamadıkları tüm şeyleri çocukları için var etmeleri , istedikleri herşeyi onları hiç zorlamadan yorulmadan önlerine koymaları sonucu tatminsiz ve mutsuz çocuklar yetişiyor olabilir mi? Ebeveynlerin çocukları üzerindeki emel ve arzularının onları bizlerden ne kadar uzağa götürmüş olduğunu görmeden hayıflanmak sadece onları suçlamak doğru mu? Ne dersiniz ?

24 Aralık 2009 Perşembe

SANSÜR


Bu akşam kanalın birinde Yönetmen Semih Kaplanoğlu'nun çok isteyip de gidemediğim filmi "Yumurta" gösteriliyordu. Aman ne sevindim ! Film Yusuf'un hikayesi. Yusuf'un annesi ölür ve Yusuf cenazeyi kaldırmak üzere memleketine döner. Ee adam üzgün haliyle. Elinde de sigara mütemadiyen. Diğer kanallarda görmeye alışkın olduğum sigara üzerine düşen füluğ karartmayı beklerken bu sefer sigara üzerini örten bir çiçek. Önce anlayamadım. Ama Yusuf sürekli sigara içtiği için ekranın ortasında gezinen bir çiçek. Hem de rengarenk. Bir bakıyorsunuz sarı bir papatya, bir bakıyorsunuz kırmızı bir gül. Benim Balkız'ın gözleri önce kısıldı sonra da alabildiğine açıldı. " Anne baksana titekten duman tıkıyoo " . Başladı takibe. Yusuf sigara içip elini kolunu oynattıkça ekran çiçek bahçesine dönüyor, Balkız da alkış tutuyor.

Benim çocukluğumda RTÜK diye bir kurum yoktu ama TRT de o zamanlar RTÜK'ün yaptıklarından azını yapmazdı. İki sevgili deniz kenarında oturmuş romantizm yaşar ve öpüşmek üzere birbirlerine yaklaşırken ne olduğunu anlamadan bir bakarsınız ki hınca hınç insan ve araba dolu bir caddede yürüyorlar. Hoppaaa ! Ne zaman geldiler buraya derken öyle bir kesmişler ki , konunun bir kısmı da kırpılmış arada. Diyaloglardan kırpılan kısmın ne olduğunu çıkarmaya çalışırsınız; ama nafile... Ne günlerdi !

Aradan herhalde bir yirmi yıl geçmiştir . Peki şimdi? Şimdi sigaralar çiçek açıyor, BAlkız zıplıyor.

Zamanında sansür gören filimler şimdi şimdi gösterime giriyor; izliyoruz ama anlam veremiyoruz ne o dönemin ne de bu dönemin sansür zihniyetine. Bir dönem sanatçılar yasaklandı sakıncalı diye sonra efsaneler yaratıldı adlarından özür niyetine.

Gerçi bizim ülke önce öldürüp öldürüp sonra havalimanlarına, sergi ve konser salonlarına adlarını vermekle , anıt mezar yapmakla ün salmış olduğundan aradan bir 20 yıl daha geçtikten sonra sansürün ekranda hangi görüntü ile karşımıza çıkacağını kestirmek zor gerçekten.

ÖDÜL


Ödülüm yaşamaksa eğer


Bir şartım var sana.


Buram buram hava kokuyorsa


İyot içine doluyorsa


Ver bana.


Yoksa bilmeyeyim


Neyse ne !

Zühre Ç.K.

19 Aralık 2009 Cumartesi

ACI ' MAK




Umuda giden yolda yürektin

El verdim..., kaçmadın.

Söz verdin... ,tutmadın.



Umuda giden yolda güneştin

Yol verdim ..., gitmedin.

Söz verdim... , kalmadın.



Umuda giden yolda cellattın

Öl dedin..., ölmedim.

Git dedin , sönmedim.















Zühre Ç.K.

17 Aralık 2009 Perşembe

BEN BİR AVUKATIM

İnsanları mutlu etmeyen bir meslek benimki. Ne karşı tarafı ne de haklarını savunduğunuz müvekkili memnun etmek mümkün. Bazen küçük bir bakkal dükkanım olsaydı daha mutlu olurdum diye düşünüyorum.

-Teyze bir ekmek.

-Al çocuğum.

-Bir paket çukulata.

-Karşı rafta....
Ben de mutlu, alıp giden de.

Adamı üç sene savun, ceza almadan kurtar; sevinçten içinde mumlar ampuller yana dursun adam kös kös bakıp, ben zaten bu sonucu alacağımızı biliyordum ( yani sen pek bi ..ok yapmadın ) dediğinde kafasını patlatıp, gözlerini oyup, bu sefer için içeriye sokulan ben olmayı hep kıl payı kaçırıyorum. Dava bitene kadar her türlü riyakarca saygı, nezaket ve bilumum kuralları es geçmeyen insanoğlu sıra ufacık bir teşekkür , minnet gösterisine geldiğinde başarı ile alınan sonucu kendisine var sayıyor.

Gün geçtike soğuyor,gün geçtikçe irkiliyorum. Hukuk Devleti olmayan, olmayı beceremeyen bir ülkede avukat olmak ip üstünde yürüyen cambazdan farksızken , bir de o ipi gözünün dingiline baka baka sallayan dingiller sayesinde kafa üstü çakılan ama bir türlü de ölemeyen bahtsız insan topluluğu haline geldi avukatlar.

"Avukat" kelimesinin önüne eklenen katilin , dolandırıcının , mafyanın ve benzer sıfatların son bulmadığı, meslek onur ve haysiyetinin yüceltilmediği , Devletin Hukuksallaşmadığı , Sosyalleşmediği bir ülkede hiç bir meslek onurunu korumak mümkün olmadığı gibi meslek sahibi olmanın da ne maddi ne de manevi bir getirisi bulunmaktadır.

Böyle bir saygıyı beklemek ise; ancak benim gibi iflah olmaz iyimserler için mümkün görünmekten öteye gidemeyecektir.

16 Aralık 2009 Çarşamba

BEN BEN BEEEEENNN!


Bu günlerde sevgili kızım ( ben ona Balkız diyorum ), hep bu cümleyi tekrarlıyor "ben ben beeeeennn ". Herşeyi tek başına yapmak istiyor. Ona katılma çabalarım boşa. Müzik çalıyor başlıyorum söylemeye. Oradan "ben ben beeeennn diye başlayan ve ağzımı katan balkız. Tabağındaki lokmaları bölmeye teşebbüs etsem yine aynı "ben beeeeennn". Hani ben farklı bir çocuk olmuş olsaydım şikayet etmeye hakkım olsun. Ama ben 2,5 yaşımdan itibaren yaptıklarını hatırlayan hatırladıkça da yüzü kızaran biri olarak şikayet etmeye gerçekten de hiç mi hiiiiç hakkım yok :)) Yaptıklarımı saymaya gerek yok tabii ki. Çünkü ileride Balkızın bu bloğu okuma ihtimali kuvvetle muhtemel. Ama bu "beeeennn" olayı biraz daha büyüdüğünde işime yarayacak gibi. Dün ben ofisteyken babasına yardım(!) etmiş. Eve bir geldim, miiisss gibi kokular. Masa üzerinde peynirli ,zeytinli boğaça ve ocak üzerinde de İzmir köfte vee evde pili bitmiş bir koca! Şu kadınlar ne güçlü yaratıklar. Bizler herşeyi tek başına yapıyor olsak da pil ömrümüz uzun , çok uzun.

Neyse, bu gün evdeyim. Güzel bir kahvaltıdan sonra Balkızla kahve yaptık ve fal kapattık. Şimdi bekliyorum fincanımın soğumasını.Balkızın yorumu hep aynı " hiiiii tok atık anne tok güsel, döt kapılı avaba" :)))

13 Aralık 2009 Pazar

SUÇ BENDE



Sıcak bir yuvam yok

Bekliyorum , gel diye.

Solarım kıyamete kadar

Susarım içemem

Kördüğüm,çözemem.



Vazgeçtim ben herşeyden

Bana bakan ellerden

Uçamam, uçamam sana.

Korkarım doğrudan.

Korkarım sorgudan.



Çalacak bir kapım yok bu şehirde

Bakacak yüzüm yok!

Suç ben de ...




Zühre Ç.K.


















TÜKENİŞ






Sen vur beni , çaresi ÖLÜMSE
Göm mezara, çilesi ÖZLEMSE
Sen gör beni çaresi YAŞAMSA
Tut beni, emelin VAROLMAKSA


Korkuyorum çok yarından
Yanıma gel, gel yanıma
Sar beni çaresi TEK se
Sev beni tüm yaşam BİR se


Sarp kayalar tükenmiyor
Çık, çık....Allah'ım bitmiyor
Sevgi ! " Sorgu bilmem" diyor
Sustu dünya, ses vermiyor.







Zühre Ç. K.

7 Aralık 2009 Pazartesi

DOXY

Fazla fobim yoktur ,hatta hiç yoktu. Ta ki bu hikayeye kadar.

Bir varmış bir yokmuş. Günlerden birgün bağda ergen hormonlarımın da etkisiyle dedemin söylediği bir lafa fazlaca içerleyerek kendimi bağ içine attım. Kızına hiç kıyamayan babam da arkamdan yetişerek, önce biraz dolaşıp sonra da bağ komşularımız nalbant amcaya merhaba demek üzere voltayı tam istikamet arka tarafa yönlendirdik. Gittik gitmesine de bizim nalbant amcalar henüz bağa taşınmamış olacaklar ki nur topu gibi bir köpek bırakmışlar bekçi niyetine. Köpeğin önce bana yönlenmesi ve fakat babamın benim önüme geçmesiyle birlikte köpekle merhabalaşmak zorunda kalmaları; babamın 20 gün göbeğinden kuduz aşısı yemesiyle birlikte yeni bir fobi edinmiş oldum: KÖPEKLER! Öyle ki yolda gezerken bile hışırdayan torbaları köpek zannedip çok havalanmışlığım ve birkaç metre uçmuşluğum olmuştur.

Gel zaman git zaman aradan tonlarca yıl geçip İstanbul'da yaşamaya geleceğim günler beni evde bir köpek beklediğini öğrenirim. Her türlü kapris ve muhalefete, tüm restlere rağmen belki bir süre sonra gidebilir sözü alınarak geldiğim evde bir köpekle aynı havayı solumak deniz altında nefessiz kalmak gibiydi. Paçama dokunduğu anda baştan aşağı soyunur ,yenileri giyilir, eller komple tekrar tekrar yıkanırdı. Hayvan anlamaz mı ondan hoşlanmadığımdan; anlar anlar tabii ki. Hoşlanmamak ne demek nefret etmek, öldürmek, üstünde tepinmek ve sairesi tüm duygular bende iş başında . O da boş durur mu? Evin muhtelif yerlerine en az beş olmak üzere işemek. Hem de gözümün içine baka baka. Veterinere götürdüğümüzde öğrendiğimiz, onun beni kuması olarak gördüğü .Yapacak hiç birşey yok kendimi yatağa atıp ağlamaktan başka. Kadın yapacak bir şeyi kalmadığında ne yaparsa , ben de onu yaptım tabii. " Ya o, ya ben! ". Sonuç? Ne o gönderildi ne de ben gidebildim. İşin kötü yanı evde çok yalnız kalıyorum ve sabah akşam dokunamadığım hayvanı çişe ve dolaşmaya ben çıkartmak zorunda kalıyorum. Eve geldiğimizde ayaklarını silmem gerekecek, yapamıyorum; otur ağla . Ağla,ağla,ağla... Yapılacak tek şeyin bu hayvana alışmak ve onunla iyi geçinmek olduğunu anladığımda sekiz ay geçmişti . Zorladım ,çok zorladım kendimi. Önce bana her deydiğinde soyunmamaktan başladım. Sonra yalnız olmadığımda bile onu ben çıkarttım dışarıya; ayaklarını silmesini öğrendim. Yemeğini ben koydum. Geceleri ışıksız uyuyamayan ben onun evde dolaşan patilerini duydukça dağılan korkularımla ışığı kapatarak uyumaya başladım. Eve geldiğimde verdiği tepkileri, çıkma vakti geldiğinde sacede bana geldiğini , kısacası beni sevdiğini gördükçe ben de sevmeye başladım onu. Hastalandığında ben içirdim ilaçlarını elimi ağzının içine sokarak , tamamen kendi isteğimle. Kaynaştık. Sırasıyla arkadaş , dost , sırdaş olduk. Kimi zaman çok kızdırdığı da oldu beni. Kurt-tazı kırması olmasının getirisi ceylan koşusunu yapabilsin diye çözdüğüm zincirleri burnumdan fitil fitil getirirdi. Arkasından Cihangir'den Kabataş' a kadar koştuğumu bilirim . Her defasında bu son deyip , yine dayanamaz çözerdim zinciri ; pişman olacağımı bile bile . Olsun o mutlu olsundu .
Geldiğim aşamaya ben bile inanamıyordum. Artık o benim köpeğimdi.

Büyük nefretler büyük aşklar doğururmuş.Benim fobim,nefretimden de bir aşk doğmuştu. İlk defa geldiğim İstanbul'da yaşadığım olumsuzluklar içinde olumluya dönüşmeyi başaran ilk hikaye de Doxy 'e ait oldu. Sanıyorum onca hikaye arasından her defasında onu hatırlıyor olmamda bu yüzdendir.

3 Aralık 2009 Perşembe

POTPORİ

Bazı parçalar hayatınıza kazınır ve beraberinde bir sürü hatıra biriktirir.Hepsi kendi adından başka sizde ifade ettiği başka adlara da sahiptir.Sevinçlerimiz, acılarımız, kavgalarımız, sevdalarımız, hatalarımız, özlemlerimiz,ayrılıklarımız ve daha niceleri var içlerinde..Biraz müzik dinlemeye ne dersiniz?Ama bu radyonun DJ'si ben !


1-Lady In Red ( Chris De Burgh )

İlk aşk, ilk heyecan, ilk flört..Herşeyin çok masum olduğu ve masumane yaşandığı , tutulamayacak sözlerin bilinmeden sarfedildiği harika zamanlar.


2-Hatıralar Hayal Oldu ( Dario Moreno )

İstesek de geri gelmeleri mümkün değil.Mümkün değil uyanır uyanmaz ciciannemlerin kapısını çalmak ve hala uyuyor olan Semra Ablamın koynuna sarılmak. Mümkün değil her sabah neşe ile yapılan kahvaltılar,akşam birlikte seyredilen ve krite edilen filmler,birlikte gidilen piknikler.Mümkün değil bağda anneannemle birlikte yaptığımız salçalar,kurabiyeler,dinlenilen arkası yarınlar.Mümkün değil.


3-Kumsalda ( Özdemir Erdoğan )


" Yapayalnızız kumsalda sen ve ben
........
Sen ve ben koşuyoruz gelen dalgalara
Sen ve ben en büyük aşkla ve mutlulukla"

Konak-Karşıya vapuruna her bindiğimde bize eşlik eden martılarla birlikte mırıldandığım yegane şarkıdır.Hep hayalini kurduğum deniz,kumsal,tekne ve aşkım. Bu hayal hiç bitmeyecek.


4-Yandım Yandım ( Mazhar Alanson )


Hem de çıtır çıtır :)))


5- Sevdim Seni Bir Kere Başkasını Sevemem ( Ö. Erdoğan )


Denilse de olmuyor. "Boş olan dolar" bir fizik kaidesidir. Bittikten bir süre sonra bu kaide devreye girer ve bal gibi başkası da sevilir başkaları da :)) Valla bu benle ilgili değil tamamen genel bir durum :))


6- Pervane ( Ö.Erdoğan )


"Ben balarısı gibiydim senden önce
Bak pervanelere döndüm seni görünce
YAna yana kül olsam her an
Yine de senden ayrılamam
Yoluna adadım ömrümü ben sensiz olamam"


Ee tek başına adanmışlık işe yaramıyor. En fazla on yıl sürüyor. Yani ben de öyle oldu.


7- Fly Me To The Moon ( Astrub Gilberto )


Fly me to the moon
Let me play among the stars
Let me see what spring is like
On Jupiter and Mars


In other words
Hold my hand
In other words
Baby kiss me
....


En sevdiğim parçadır.Pervane olduğum dönemin en başına rastlar karşılaşmamız. Ama hala çok severim ve söylerim.


7- Deniz Ve Mehtap ( Dario Moreno )


Deniz ve mehtap
Sordular seni neredesin?
....


İstanbul' da yaşamaya başladım başlayalı soruyorum ben de . Gül gibi İzmir'i ve evini bırak gel, sonra da sor .Oysa kalkar kalkmaz tüm körfez her sabah ayağımın altındayken..


8- Ne Senden Öncesi Ne Senden Sonrası ( S.Aksu )


İki buçuk seneden beri tüm şarkılar onun için.Ne ondan öncesi ne de sonrası önemli olacak gibi.Tüm sevdam ;gerçek aşkı buldum bulalı her şarkıda o var. Üzse , kırsa , vursa ,uyumasa kısacası ne yaparsa yapsın bitmeyecek bir aşk bu .Evlat aşkı kıymetli, hem de çok kıymetli. Canım kızım benim!


Radyo keyfi bu akşamlık bu kadar. Bilmiyorum beğendiniz mi parçalarımı? Bu kadar değil tabii ki ama ne bu akşama ne de diğer akşamlara sığmayacak kadar çok benim şarkılarım.


Sizlere bol şarkılı ve aşk dolusu geceler dilerim dostlarım.

2 Aralık 2009 Çarşamba

MİM

CAnım kuzenim Yeliz http://gununcorbasi.blogspot.com/ beni mimlemiş. Mimlenen kişi bu sorulara cevap vermeliymiş,hadi bakalım.
1- Çocukluğunuzda anne ve babanızla(yada aile büyükleri ile) yapmış olduğunuz ve sizi siz yapan şeylere katkısı olan bir olay,bir aktivite,bir eylem...Ve hangi yönünüze katkıda bulunduğu...( Tekrarlanabilir olması tercih sebebi)

Birincisi seninkiyle aynı Yelizciğim.Her sömestre tatilinde anneannemlerin yaşadığı Akhisar'a gittiğimizde teyzemin Kuzen Yeliz,Yeşim ve beni Tahir Ün caddesindeki en büyük kitapçıya götürerek istediğimiz kitapları alması.Yeşim'le mutlaka Aziz Nesin kitaplarından birini tercih ettiğimizi hatırlıyorum.Çok ama çoook heyecanlanırdım,akşamına uykuya dalmakta güçlük çekerdim.Kitap alma ve okuma alışkanlığıma ilk basamak olması açısından canım Teyzemi cani gönülden alkışlıyorum.
İkincisi de annemle babamın evimizle,ailemizle ilgili her durumda ,alınacak her kararda abim ve benim de fikrimi almaları. Bu demokratik yaklaşımları,hayata bakış açımızı ve bizi biz yapan temeli oluşturdu.Sizleri çok seviyorum canım babam ve canım annem.

2-Çocukken oynamayı en çok sevdiğiniz oyun ve oyun aparatı.
Saat 12 de sokağa çıkan ben ve arkadaşlarım önce apartman aralığında evcilik oynamaya başlar,akşamüstüne doğru evcilik aparatlarını eve fırlattığımız gibi doğru arka bahçeye koşar sırayla salıncak, barfiks,tahtıravallide ter ter tepindikten sonra akşam hava kararıncaya kadar yine sırayla dokuztaş,kemik,istop oynardık. Arada sırada Şebnem(kağıt bebek) partileri de düzenlerdik.Orta okulda okuduğum sırada kuzen Yeliz hala ilkokula gidiyordu yada başlamamıştı.Onunla evcilik oynamam konusunda çok ağlamasına gerek kalmadan kendimi teslim ederdim :))
Bir de kendi yaptığım kuklalarım vardı.Apartmanın içinde gösteri yapar başına da bahşiş için abimi dikerdim.İyi hasılat gelirdi şeker-çukulata almak için :)

3-Sokakta oynar mıydınız?

Deyim yerindeyse tam bir sokak köpeğiydim. Eve gelmem için beline kadar sarkıp bağırtmak zorunda bıraktığım anneciğimi ve yemek yedikten sonra tekrar dışarı çıkmama izin veren babamı çoooook seviyorum.

4-Çocukluğunuz ve ilk gençliğinizle ilgili keşke farklı olsaydı dediğiniz bir durum/olay.

Çocukluğumla ilgili keşke dediğim hiç bir olay yok.Ama ilk gençliğimle ilgili keşkelerim var malasef. Demokrat bir anne babanın yetiştirmiş olduğu çocuk başka nasıl olurdu bilemiyorum ama ( abime bakınca olunabiliyormuş diyorum) özgürlükçü, dikkafalı,inatçı,çılgın, biraz da deli olmamın bedelini ödediğimi düşünüyorum. Peki değiştim mi? Pek değil ,azıcık ucundan :)))

5- Çocukluk ve ilk gençlikle ilgili iyi ki böyle olmuş dediğiniz bir olay..

Konservatuvar sınavına ilk girişimde kazanamamıştım.Tekrar denemeye karar verdiğimde Hukuk 3 de okuyordum.Gizli gizli hazırlanıyordum.Ama her zamanki gibi annem nasıl anladıysa anladı.Bin türlü psikolojik baskılar sonucu sınava girmemeye karar verdim. Ama hem kendimi hem de annemi bundan dolayı çok suçladım.Şimdi bakıyorum iyi ki olmamış.Rekabetin insanı yediği ,harcadığı bir mesleğin içinde ne kadar mutlu olurdum bilemiyorum.

6-Varsa çocukluk dönemine dair bugünü etkileyen bir olay,bir anı.

Çok mutlu,kendini güvende hisseden bir çocukluk dönemi geçirmiş olmam beni bugünün güçlü,kendinden emin bir bireyi olmamı sağladı.YAşadığım tüm olumsuzlukları zaman içinde olumlu hale çevirebilme gücünü kaçıp kaçıp saklandığım o günlerden alıyorum.O günler için önce anne-babama sonra da o kareyi süsleyen diğer kahramanlarıma sonsuz minnet ve şükran duyuyorum.

İşteeee bu kadar! Ben de şimdi sevgili Güven 'i http://guven-guven.blogspot.com/ ve Ahmet'i http://klan1905.blogspot.com/ mimliyor , merakla bekliyorum .
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...