28 Mart 2010 Pazar


Çikulata : turulata


Mikrofon : fikrofon


Kocaman : kobadan


Koca'n : kodan


Uçak : utak


Bamya : manya


Limon : ninon


Babaanne : mamaane


Makyaj : mekyaj


Ruj : lüj


Kaşar : kasar


Küçük : cücük


Gitti : ditti


Portakal : porkatal


Zühre : süülee


Piyano : pinano


Kağıt : gıııt

şu : su

........




Yıllar evvel henüz evlenmemiş ve anne olmamış zamanlardan birinde çocukluk arkadaşımla laflarken sürekli henüz küçücük olan kızından bahsettiğini farkettim. Konu dönüp dolaşıp hep ona kızı Burcu'ya bağlanıyor. Aa dedim benim arkadaşım buldumcuk olmuş. Dedim hafta sonları ne yaparsınız? , o dedi Burcu' nun zevk aldığı yani istediği yerlere gideriz. Hoppaaaa ! Offfff dedim içimden ne sıkıcı bir hayat, içim bayıldı ! Kırk yıllık arkadaşla şöyle doyum tokum konuşulmuyor. Nasıl değişti böyle , muhabbet hep aynı , hep çocuk , hep çocuk . İçimden öffleyip öffleyip izin istedim ve KAÇTIM.

Aradan yıllar geçti ve ben 35 yaşında anne oldum. Gördüğünüz üzere kızımın lügatını yapacak kadar buldumcuk oldum. Valla oldum. Herşey onun üzerine kurulu. Yatış-kalkış , gitme-gelme, yeme-içme, oturma-kalma...... tüm eylemler ona bağlı. Sıkıcı mı ? Değil tabii ki ! İnsan başına gelince anlıyor; bundan önceki hayatının ne kadar sorumluluk yüklü olsa da az kaldığını , ne kadar dolu olsada aslında ne kadar boşu doldurduğunu, ne kadar eğlenceli olsa da aslında gülümsediğini, ne kadar mutlu olsa da aslında yetmediğini, ne kadar güçlü olsa da aslında gücünü bilmediğini... Evet annelik büyük güç veriyor, hem yüreğe hem de sürekli talepleri bol olan yavruya koşmaya yarayan bedene.


Sanırım BAlkız gözümün önünde beni bile şaşırtan hızla büyüyor ve biz henüz 3 sene olmasına rağmen bazı bebeklik anektodlarını hatırlamakta güçlük çekiyoruz. Balkız 18 yaşına geldiğinde bizim yaşlarda kemali alacak ve belki de hiç mi hiç hatırlayamacağız. Umarım onun sağlıklı ve mutlu bir birey olduğunu görme şansına erişiriz.


Herkese mutlu pazarlar dilerim.

25 Mart 2010 Perşembe

TASARI-MASARI-KOŞARI-KOY TASI-AL TAKKEYİ GİT AŞAĞI !


Her akşam hep aynı oyun. "İiiiiizzmiirrrr uçağı kalkıyooooooorrrr bir-iki-bir-iki-bir-iki ! Balkız hadi kooooşşşşşş uçağa yetişelim, uçak kaçıyor. Anneanne-dede çok üzülür koş koşşşşşş" Ve Balkız başlar koşmaya ; bu arada anne tarafından ağzına kocaman bir lokma sıkıştırılır . Acelemiz var, çünkü Balkız büyüyecek ve bunun için daha çok , çok oyuna ihtiyacımız olacak.


Ama Türkiye'nin büyümesi için oyunlara ihtiyacımız yok, hiç yok ! Hatta artık oynanan oyunlara bir son vermemiz gerekli. Hem de acilen ivedilikle !Oyunda hile olması oyunun taraflarını demoralize eder,oyundan soğutur ve uzaklaştırır. Bahse açmak istediğim konu yeni anayasa tasarısı. Elbette ki 1982 Anayasası değiştirilmeli. Temel hak ve hürriyetler hususunda darbe anayasası özelliği taşıması sebebiyle çok kısıtlı, dogmatik ve kısır tutulan özgürlükler genişletilmeli , revize edilmeli , halkın tümüne yayılan kucaklayan bir anayasa haline dönüştürülmeli. Ama hazırlanan taslak için Başbakan'ın "bir-iki-bir-iki hadi kalkıyor" acelesini anlamak mümkün değil. Evet acelemiz var yeni ve tüm halkı kapsayacak , kucaklayacak ve nefes aldıracak bir anayasaya. Ama ben hazırladım , kabul edin , etmezseniz halkoyuna sunacağım hem de tüm maddeleri birden anlayışı , yapılmaya çalışılanın samimiyetinden şüphe duymamıza neden oluyor. Neden tümü oya sunulsun? On madde hususunda hayır oyu olan vatandaşın yer almasını istediği üç madde için vereceği oy neden EVET olsun; ya da tam tersi. Niçin Anayasa Mahkemesi' ne Hukuk Fakültesi mezunu olmayan kişilerin de seçilebilmesi maddesine HAYIR düşüncesinde olan ben HSYK kararlarına karşı yargı yolunun açılımını sağlayan maddeye EVET diyebilecekken bir evet bir hayırı götürür zihniyeti içerisinde halkoyuna-oyununa alet olayım. Bu kadar aceleye gerek yok! Hiç yok.! Halk bu tasarıyı oluştururan maddeler hususunda bilinçlendirilmeli , tasarının hak ve özgürlüklerin teminini sağlamasından çok öte hükümetin kendi arenasını yaratacak zemini oluşturmaya çalışırken yargı ve askeri saf dışı etmeye çalıştığı gözardı edilmemelidir. Özgürlükler kendi düşüncelerinizi yayma söz konusu olduğunda itibar gösterilecek , yer-zemin tesis edilecek peki ya sonra? Bu hangi demokrasi içerisinde yer alan , hangi düşünce sistemini oluşturan yerlerde mümkün görülür? Ancak despotizm dolayısıyla faşist düşünce sistemlerinde makul görülür . Beğenmediğiniz söylemleri tuuuuuuu diye tükürük yağmuruna tutakoyun , suni gündemlerle cevaplamanız gereken başta Deniz Feneri Davası olmak üzere tüm soru ve sorunları es geçin, özgürlükler diye diye evlerinden olan ve alışmadıkları bir hayat tarzını yaşamaya zorladığınız ,tokmak sesini duydukları anda tüm şikayet ve sıkıntılarını söylemeyi unutan ,vazgeçen, o anın tadını çıkarmayı düşünen ve genlerine yenik düşen sevgili çingenelere davullu zurnalı açılım toplantısı düzenleyin... Yutturamazsın. O lokma bizlerin boğazına takılır, geçmez.


Darbe sonucu ortaya çıkan 1982 Anayasası değiştirilmeli. Ama tüm halkın gönlünü fethedecek yeni bir düzenlemeyle. Hadi içinizin tamamiyle temiz, ard niyetsiz olduğunu farzedelim ve topu hukukçularına atarak onları tukaka yapalım.Demezler mi adama al kardeşim 1961 Anayasasını koy önüne. Haksa hak, özgürlükse özgürlük; zamanının toplumundan çok önde olan ve sendika hakkı olmak üzere tüm özgürlükleri bolca içinde barındıran anayasa. Buyrun !


Tekel işçilerinin inim inim inletilmesi ile sonuçlanan durum Türkiye' sinde memurlara örgütlenme hakkını sunsanız ne olur sunmasınız ne olur ? O lokma bu boğazdan geçmez, geçemez. Türkiye sultan hazretlerinin ülkesi olmaz, oldurulamaz. Osmanlı İmparatorluğu onu kuran ve başında olanların üstün zeka, deha, askeri ve entellektüel birikimleriyle 600 yıl sürmüştür. Sizinkinin bu iktidarı belki 11 yıl evet ama bir + 11 yıl öteye geçiremeyeceği kuvvetle muhtemeldir bilgilerinize.

23 Mart 2010 Salı

YENİDEN SEV BENİ




Çok çok uzaklardasın sen
Sarılıp giderken
Yeniden , yeniden sev beni !

Yalvarıyorum, çok özlüyorum
Sokulmam, uzak dururum senden
Dur yok olma ! Sensiz bırakma !
Sancılarla korkularla ne olur bırakma.
Sen gel beni al, atıl kollarıma
Unuturuz herşeyi gel sen !

Yeniden sev, yeniden sev, sev yeniden !
Sevgilimsin sen
Yeniden duy, yeniden öp, yeniden al beni....








ZÜHRE

14 Mart 2010 Pazar

ÖFFFF !


Çok sıkıcı bir pazar günü geçiriyorum.Sabahtan beri kendimi dışarı atma çabası çöreklenip kalma durumuna dönüştü ve gün bitmek üzere. Sabahtan beri yaptıklarıma gelince kahvaltı, BAlkız'a çorba, BAlkız'ı uyutma, uyku arasında gürültü yapmadan yapılan mücver, BAlkız'ın uyanarak yanına uzanıp tekrar uyumasına yardımcı olma, yemek yeme, kocişin yaptığı böreği mideye indirme, çay demleme- yanında yine börek yeme, yeme-içme-yeme-içme , arkadaş bloglarına yorum yazma ve defalarca gönderilme hatası vermesi ve öfffff' leme.

Bazen yapacak çok şey varken ya hiç birşey yapmak istemeyiz ya da yapacak hiçbirşey bulamayız. Ben de her iki hal mevcut şu anda. Öffff ne kadar sıkıcı bir yazı oldu bu! Hemen bitiriyorum...

13 Mart 2010 Cumartesi

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ


Bundan 5 sene kadar önceydi. Beyoğlu'nun en eski,en güzel apartmanlarından birinin avukatlığını üstlenmiştim. Yapısının güzelliği sebebiyle dizi, reklam ve sinema çekimleri bol olan bir apartmandı . Sakinlerinden biri olan emekli konsolos apartman içindeki trafikten yakınarak reklam ve benzeri film çekimlerinin yasaklanması talebiyle bir dava açmıştı. Duruşma günü gelip çattığında salonun önünde sıramı bekliyordum. Duruşma listesine orada olduğumu bildirir notu yazarken davacı avukatı olduğunu orada öğrendiğim 65 yaşlarında -o yaşlardaki her meslektaşıma üstat derim- üstat yanıma yaklaştı. Türk filmlerinden çıkma jön edası ve ses tonuyla davalı avukatı olduğumun teyidini aldıktan sonra, ezici ve küçük görücü ifadesiyle davaya süresinde cevap vermediğimden savunmamın gözönünde bulundurulamayacağını söyledi. Ve biraz ilerde duran genç bayanı yanına çağırarak (stayjeriymiş) " söyle bakalım kızım Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun( HUMK) falanca maddesi ne der ". Kız hiç nefes almadan " şöyle şöyle der efendim" diyerek bana döndü "yani savunma hakkınız gözönünde bulundurulamaz" dedi. Ben ağzım bir karış açık, olup bitene bakarken bir taraftan da gizli kamera arayışı içerisindeydim. Sadece sakin bir edayla "üstadım ben savunma dilekçemi hakime sunacağım . Takdir hakkı kendisinindir" diyebildim . Derken mübaşir tarafından isimlerimiz okunarak içeriye alındık. İçerisi hem çok küçük hem de sağlı sollu sırasını bekleyen avukatlar tarafından dolu. Celse açıldı, ben savunma dilekçemi mübaşire hakime verilmek üzere uzattım. Üstat yine aynı ses tonu ve artiz edasıyla " Efenimmm HUMK' nun falanca maddesi uyarınca süresinde cevap verilmediğinden davalının dilekçesi gözönünde bulundurulmamalıdır ,dedi. Hakim Fransızların ünlü komedyeni Luis De Funes'in tıpkısının aynısı ama eksta large asık suratlısı. Hakim " Neeeee! Ne yani sen kendi kendine mi gelin güvey olacaksın bu davada , davanın davalısı olmayacak mı ?" diye ,deyimin tam anlamıyla çemkirdi. Üstat ve ben şokta. Ama efendim diyecek oldu üstad,hakim elini havaya kaldırarak susmasını işaret etti. Neyse ilk raund benden yanaydı. Koca bir ohhh çektim.

Bu arada hukuk davalarında yazılı savunma sistemi geçerli olup,taraf vekilleri ya da taraflar tüm savunmalarını yazılı olarak verirler mahkemeye. Pek konuşma gerçekleşmez. Hatta hiç diyebiliriz. Duruşmanın süresi bu sebeple maksimum 5 dk. dır. Ceza davalarında ise savunma esası sözlüye dayanmaktadır.

Hakim benim verdiğim 4 sayfalık dilekçeye bir göz gezdirdi ve bana yine çok gergin , agresif ve bağırmaya yakın ses tonuyla dilekçemdeki bir cümlede ne demek istediğimi sordu .Ben açıklamaya çalıştım ama anlamamakta direniyor .Tekrar açıklıyorum ama hala anlamıyor. Bu sefer başka bir cümleye geçiyor , şimdi burada ne demek istedin? Allah Allah! İlk defa kendi dilekçemden şüphe eder oldum acaba saçmaladım mı diye.Ter boşaldı birden . Açıklamaya devam ettim . Ama bu sefer farklı bir paragraf. Yan tarafta oturan avukatlar pinpon maçı seyreder gibi bir bana bir hakime bakıyorlar , oldukça şaşkın. Onların varlığı sıkıntıma biraz daha sıkıntı ekliyor. Hakim, hakim değil karakol amiri. Bir soru daha; burada ne demek istedin? Bilmiyorum nasıl çıktı ağzımdan, kelimeler usul usul ama duyulur bir şekilde " dilekçemde tüm savunmalarım mevcut olup , anlayabildiğiniz kadarı üzerinden takdir hakkınızı kullanın efendim" deeediiimm ve kulaklarım cümlemin bittiğinde duymaya başladı . Eyvahhh dedim ve başıma önüme eğerek gözlerimi kapadım. Salonda soğuk ve gergin bir sessizlik. Şimdi kovacak salondan diye beklerken ,bu sefer üstada soru sormasıyla açtım gözlerimi.

Ona sorduğu sorular da aynı tavır içerisinde. Cevapların tam karşılığını almadan tutanağa geçirmeye çalışıyor ve bir taraftan da cevaplarını düzeltmeye çabalayan üstadı tersliyor. Göz ucuyla bakabildim üstada, sallanıyor bir sağa bir sola,arada denge bulabilmek için masaya tutunuyor. Artizliğinden eser kalmamış,cebelleşiyor. Celseye başlayalı yarım saat olmuş, ikimiz de bayılmak üzereyken Raund kazanmak derdini çoktan geçmiştik. Kulaklarım uğuldamaya başlarken sanki çok uzaklardan bir ses "Gereği Düşünüldü" ,dedi. " Falanca falanca sebeplerden dolayı davacının davasının reddi ile davayı açmaktaki haksız.......... kısmını duyabildim. Zaptı bile almadan attık kendimizi dışarıya. Ne ben kazandığımın ne de o kaybettiğinin farkında, Üstat önde ben arkada hiç konuşmadan , koşar adımlarla adliyeyi terkettik.

11 Mart 2010 Perşembe

BEYOĞLU OFİS MACERALARI


İlk ofis maceram İstanbul'a geldiğimin 4. ayına rastlar. O dönemin Alman Konsolosluğu avukatı aile dostumuzdu. Yıllar önceki stajyeri ofisine bir gider ortağı aramakta olup durumu hemen bana haber eder. 10 dakikalık bir düşünme süresinden sonra teklİf hemen kabul edilir. Oysa o dört aylık sürede ben elimde harita ile Galata Köprüsü ile ayrılan kısmın neden hala Avrupa yakasına bağlı olduğunu keşfetmekle meşguldüm. Ve adliyelerin yerini öğrenmeye çalışıyordum. Ofis Alman Hastanesi'nin hemen karşısında idi. Ofis arkadaşım ise 40 lı yaşlarda , ilk bakışta oldukça matrak , hoş görünümlü bir bayandı. Bir odanın içinde ikimiz ayrı ayrı masalarda kendi işlerimizi yapacak ; sadece kira,elektrik v.s giderlere ortak olacaktık. Neyse başladık. Bayan sadece haftanın bir-iki günü geliyor, geldiği saatler genelde akşam üstüne tekabül ediyor birkaç saat kaldıktan sonra da Beyoğlu'nda müdavimi olduğunu sonradan öğrendiğim bir bara takılıyordu. Hımmm bana ne dedim içimden; her gün sabahtan akşama kadar birlikte oturmaktan ve zoraki muhabbet türetmektense böylesi iyi diye düşündüm. Ben? Ben sabahları tüm gazeteler koltuğumun altında ofise gelir hepsini bir güzel okur , sonra da pencereden gelen geçene bakardım.Yapacak birşey yok , çünkü ne İstanbul beni ne de ben İstanbul'u tanıyorum; tam bir cahil cesareti ! Gel zaman git zaman aradan 6 ay gibi bir süre geçti .Bu süre içerisinde bayanın mesaileri hep böyle olmakla birlikte han sahibi ofise sık sık uğrar oldu .Çünkü ben kira paramı -bir Allah bir de ben bilirim nasıl denkleştiğini- tamamlamış olsamda ortağım hep bir mazeret bulmaya başlamıştı . Yarın, üç gün sonra,bir hafta sonra ödeyeceğim'ler, hadi bu ayı sen öde sonrakini ben öderim'e dönüşmüştü. Allah'ım tam bir kabus yaşıyordum . Ben yarısını zor tamamlarken han sahibine rezil olmamak adına tamamını ödemek zoruna kalıyordum .Böyle böyle sekiz ay geçti; ta ki bir sabah pılımı pırtımı toplayıp avukat bayana bir güzel mektup döşenip ofisi terkedene kadar.


İlk ofis deneyimimin kabus olduğuna mı yanayım, ofisten olduğuma mı yanayım, yanayım yanayım kadehlerde yanayım...


Çıktım İstiklal'de dolaşıyorum. Girmediğim han, sokak, mezbaha kalmadı. Ofis kiraları korkunç. Hem yürüyorum hem ağlıyorum.Yok yapacağım dedim, yapacağım ben bu mesleği. Bu arada kurum yada özel bir yere bağlı çalışmak da istemiyorum ve direniyorum. Akşamına çok samimi bir arkadaşıma gittim dertleşmek için. Kardeşi inşaat mühendisi ve o da bir ofis arayışında. Bana ille de bir avukatla olmam gerekmiyor dersen birlikte bir ofis tutalım ve başlayalım ; birlikten kuvvet doğar dedi. Gerçi o kuvvet beni boğmak üzereyken kaçmıştım diğer ofisten ama yapacak birşey de yoktu. Tünel Meydanında küçücük birbirine bağlı iki oda tuttuk.Odalarımız ayrı ama birbirine açılan bir kapı ile bağlı. Bir yıl zorluklarla geçti. Benim telefonlarım kapanır onunkinden konuşurdum,onunki kapanır benden konuşur. Para tutacağız diye neler yapardık; ama çok iyi iki ortaktık ve mutluyduk . Bir sene dolmasına az kala bir sabah daha ofise geçmeden önce buluşup birlikte Vakıflar 'a gittiğimizde çalan telefonla öğrenmiştik Han'a hırsız girdiğini. 34 ofise birden girip bilgisayarlar çalınmıştı. Şok olmuştuk . Hırsız benimkine dokunmamıştı bile. Çünkü klavyenin bilmediğim pek çok düğmesine basmak suretiyle açılan bir bilgisayardı benim ki. Ama ortağımınki çalınmış, iki gün sonrasına teslim etmesi gereken projeside böylelikle yok olmuştu. Çok üzülmüştük. Hemen ertesi günü başka bir ofis aramaya koyulduk. Galatasaray'da tam altı odalı ve bir önceki küçücük ofisin kira bedeli ile aynı bir ofis bulmuştuk.Uçtuk sevinçten, inanamıyorduk. Artık şans bizden yana olsun diye dua ediyorduk. Kendi kendimize yapılan boya-badanadan sonra yerleştik yeni yerimize.Tam 5 yıl ortaklık , kardeşlik, dostluk, sırdaşlık yaptık birbirimize. O ofiste tutunduk önce birbirimize sonra da İstanbul'a. Orada emekledik, yürüdük , büyüdük. Çok şey yaşadık, çok şey sığdırdık. Yuvalar kurduk, hayatlar bulduk. Beş yılın sonunda sarılarak , ağlayarak ayrıldık daha iyi koşullara kucak açmak için. Ortaklığın gereğini yerine getirmiş , birbirimize yaslanarak ayakta durmuş ama şimdi tek başına yürüme zamanı gelmiş kapımızı çalmıştı. Güzel ,çok çok güzel günlerdi . Geriye dönüp baktığımda altından kalkması ancak cahilliğe nasip olan cesaretle olabilecek cengaverlikti diye düşünüyorum. Bu yaş ve bu kafada cesaret edemezdim . O Galatasaray'da ben ise Eminönü'n de bir beş yıl daha eskidik . Şimdi? Ben tekrar Beyoğlu'na gitme telaşı ve heyacanı içerisindeyim. Taşınıyorum. Ama bu sefer bana önce ev , şimdi de ofis olarak kollarını açacak olan sayısız hatıra biriktirdiğim, mabedim dediğim Beyoğlu evine.


Ahh Beyoğlu, Beyoğlu..Kimbilir bana daha neleri biriktirme imkanı verecek ,anı defterimi doldurmaya yarayacak zamanlar sunacak ; kimbilir daha neler yaşatacak ?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...