27 Nisan 2010 Salı

ILIK BİR MELTEM RÜZGARI ESTİ




( Hiç usanmadan her gün yiyebilirim)

































( Bu bencağızın aklı evde, bir an önce uçmak istiyor )













( Büyük aşk yaşanıyor )
























( Dede'li su keyfi )











10 gün önce sevgili ağabeyimin hazırladığı bir sürpriz ile İzmir'den meltem esintisi doldu evimize. Öyle sevindik öyle sevindik ki !
Gelir gelmez enginar dolması yapıldı. Balkız her gün parka götürüldü. Hatta civar anaokulu ve ilkokullar ziyaret edildi, sınıfa sokuldu, öğretmenlerle sohbet edildi. 23 Nisan şenlikleri izlendi. Kurulan stadda önce çocuklar dans etti, Balkız onlara eşlik etti sonrada tek başına kurulup sahnede dans etti.

Sabah - akşam anneanne ve dede ile kuduruldu , her türlü talepleri yerine getirildi, tüm şımarıklıkları hoş görüldü . On dakikada bir " Aaaaannaneeeee benim çişşşşimmm geldiiiiii " deyip oturağa oturuldu. Dede kucağında sular içildi , keyif yapıldı. Bol bol şarkı söylendi, bir sürü masal okundu. Evcilikler oynandı. Anneannenin sırtında gezinildi. Her akşam Kocişle benim tutulan sırtlarımıza kupa tutuldu. Miniminnacıcık bahçemize hep isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım çiçekler ekildi, temizlendi. Kısacası evdeki rüzgar hepimizi sarıp sarmalıyıp iyi eti. Yarın İzmir'e doğru esecekler. Biz ise bir daha ki rüzgara kadar gözümüz yolda, gönlümüz onlarda bekleyeceğiz .




16 Nisan 2010 Cuma

YİNE BİR FİLM !


Geçen perşembe yine bir festival filmi için sözleşildi. Kadro aynı. Ben ofisten geçeceğim hiç eve uğramadan ki Balkız tam bulmuşken kaybettim duygusu yaşamasın. Ancak akşama doğru Bekir Ağabeyi'nin sürpriz toplantısı üzerine biz de lisede okuyan yeğenimizi üçlüyü tamamlamak üzere aramıza kattık. Buluşulup , Ada Kitapevindeki tüm kitaplar talan edildikten sonra Saray Muhallebici'ye gidildi. Ben henüz bu yeni yerlerine alışamadım . Aklım ve mevcudiyetim öte yanda kaldı. Yeni yerleri daha büyük ve çok katlı olmasına rağmen sevip, ısınamadım bu yere. Neyse film Atlas Sineması'ndaydı. Gala filmi, aynı zamanda Altın Lale için yarışan filmlerden biri. İçeri girdiğimizde ışığı gözümüze gözümüze giren kameralar ve pek çok tanıdık sima vardı. Bizim ufak yeğen bayıldı bu duruma. Hemen salona yönelmemize engel olmaya çalışıp ortam gözleme çalışmaları Esra ile benim hiç duymamış gibi yapıp kendimizi salona atmamızla birlikte sona ermiş oldu. Film başlamadan önce yönetmeni ve baş rol oyuncusu çıkıp kısa bir konuşma yaptı. Yönetmenin adı Tsai Ming-Liang . Daha önceki yıllarda İstanbul Film Festivali Altın Lale kazanmış. Konuşmasında komite üyesi olduğunu düşündüğümüz bayana neden bu filmini seçtiklerini anlayamadığını, çünkü bu filmin anlaşılması zor ve ağır bir film olduğunu, yarıda çıkmak isteyeceklerin hoş karşılanacağından bahsederken Eyyyyvaaaahhhh!! dedik. Komite üyesi bayan da cevap olarak yarışmaya katılan filmlerin seçilirken sanat ağırlıklı olmasına önem verdikleri cevabını duyunca da yandık gülüm keten helva şarkısını mırıldanmaya başladık. Birden içimin daraldığını hissettim. Sen tüm gün koş , yorul, bayıl , ayıl ; eve gitmek varken bırak gül gibi evladını düş sanat yollarına..olacağı buydu dedim kendime.

Filmin orjinal adı LIAN, türkçe adı SURAT . 2009 Tayvan- Fransa- Belçika- Hollanda ortak yapımı. Fransızların tiyatro kökenli ünlü kült oyuncu Jean Pierre Leaud, Jeanne Moreau' nun yanı sıra ünlü model Laetitia Casta ve yönetmenin 20 yıldır her filminde yer alan Çinli oyuncu Lee Kang- sheng var. Louvre Müzesi tarafından ısmarlanmış olan film başladı..İlk 20 dakikasında içimdeki sıkıntı tavan yapmaya başladı. Bir türlü konu yok ortada. Herşey kopuk kopuk ve absürt. Bizim ufak yeğen hafiften hafiften kıpırdanmaya başladı. Yarım saat sonra ufaktan ufaktan seyirci çıkışa doğru kayıyor...Üstüne bir de müstehcen sahnelerin çokluk göstermesiyle birlikte bizim yeğen yüksek sesle söylenmeye başlayarak kafasına montunu geçirmez mi? Gülelim mi ağlayalım mı ne yapacağımızı şaşırdık. Bir yandan montunu çekiştiriyor Esra bir yandan rahat dur ikazları veriyor. Ama yeğen ortamdan fena derecede koptu. Sürekli sapık mı bunlar, Allah cezalarını versin , öffffffff , ufffff , bayıldım , sıkıldım, ne biçim film bu ile devam eden söylenmeler... Çıkacağız ama öyle bir yere oturmuşuz ki tam orta sıra, ara yer. Niyetlenip niyetlenip oturuyoruz. Bu arada filmin kaçıp kalkılabilecek yerleri bomboş. Fırsatını bulan kaçıyor. Bir an içim geçti, midem bulandı ve bayılacak gibi oldum.Esra'dan saatin 00.00 olduğunu öğrenir öğrenmez bir refleksle ayağa kalktım Hadi ! dedim. Çıkarken yönetmenle burun buruna geldik; salona giriyordu. Filmin de son kareleri olduğunu böylelikle anlamış olduk.

Yolda aklıma üniversitede yaptığımız "Sanat sanat için midir yoksa sanat halk için mi yapılmalıdır " tartışmaları geldi. Galibi olmayan bir tartışma bu. Ben o yıllarda her ne kadar "sanat sanat için yapılır " tezini savunsam da geçen yıllar ve sanata bakış açımdaki değişimler sonucu sanatın kendisiyle birlikte onu izlemeye alanları hassas terazi dengesiyle bir arada tutması gerektiğine ve gerekliliğine inanır oldum. " Sanat ne bir oyun ne de bir eğlencedir. O ancak ruhun dışarıya vurarak kendisinin göstermesi ihtiyacıdır." demiş E.G. Benite. Sanatın kendini teşhir ederken onu sahiplenecek varlıklara ihtiyaç duyması, bu gereksinme çabası boşa değil, sanatın tamamlayıcısıdır adeta.

29. İstanbul Film Festivali 18 Nisan' da bitiyor. Seneye daha fazla film ve yorum yapmayı arzu ederken herkese bol sanatlı günler dilerim !

8 Nisan 2010 Perşembe

OYUN BİTMEZ





Sürçülisan ettiysek affola der hep usta

Bitmez alkış sesleri, duyar sahneye fırlar

Mutluyuzdur orda hep, yaşam tatlı ve kısa

Bitmesin bu oyunlar ardı ardına





Ahh onlar unutulmaz oyunlardı

Belleğimde silinmezler

Coşturur, seyirciyi kırıp döker

Ağlatırlar, mahsundurlar bu oyunlar






Sancısız oyun olmaz

Eklenir sözcüklere hep

Her gece bitmez hazla

Oynanır orda burda

Hep baştan..






Işık söner... heyecan gider...

Alkış biter... hüzün çöker...

Oyun biter. Sus ağlama !

Kapkara bir sahne var ya ! BİR DAHA...










ZÜHRE





7 Nisan 2010 Çarşamba

ÖDÜL



Sevgili Sanat Notları " Yaratıcı Blogger Ödülü" göndermiş bana. Kendisine çok çok teşekkür ederim. İstanbul ve Türkiye'deki önemli sanat olayları ve gelişmelerini takip ettiğim, sanatçılarla ilgili biyografilerin de yer aldığı harika bir bloğa sahip kendisi. Ben bu ödülü pek hak edip etmediğim konusunda kuşkuluyum ama madem göndermiş, başım üstünde !

Bu ödülü alan kişi , hakkındaki 7 ilginç şeyi de yazacakmış. Belki hatırlarsınız ben bu hususta daha önce kuzen Günün Çorbası tarafından mimlenmiş ve yüzüm kızara kızara ilginçliklerimi dökmüştüm ortaya saça saça. Mim geldiğinden beri düşünüyorum ne yazabilirim diye. Pek sakınca yaratmayacakları bulup döküyorum yine ortaya:

* Herkes uyuduktan sonra uyuyamam, her taraftan çıkan sesler kulağımda büyür büyür ve otururum sabaha kadar.

* Yemek yenilirken ekmek kesmek görevinden hoşlanmam.

* Argo lügatım bir erkeği kıskandıracak kadar doludur ama kullanmam, kullanmamaya çalışırım, samimi olmak gerekirse sinirden deliye döndüğümde hiç kimsenin olmadığı zamanlarda kullanırım :))

* Operaya gidemem. En son 12 yıl önce gidip bir ay depresyona girmiştim.( En büyük hayalimdi ). Cd ler yetiyor bana.

* Çok mutlu olduğum zamanlarda koşmak ve ardından da uçmak dürtüleri kaplar beni.

Hımmmm düşündüm düşündüm ama daha fazla çıkaramadım .Umarım yeterlidir.

Mimleri herkes sevmiyor. Ama en önemlisi sürekli takip ettiğim, yazılarını okumaktan son derece zevk aldığım arkadaşlarımın hepsi bu ödülü hak diyor. Hepsinin yüreklerine ve ellerine sağlık diyor " Yaratıcı Blogger Ödülü" nü hepsine ithaf ediyorum.

Sevgilerimle herkese...

6 Nisan 2010 Salı

BİR FİLM








Bizim festival filmlerini izleme komitemiz Bekir Ağabeyi (aile babamız olur kendisi ama hem yaş hem de fiziki konumu itibariyle kendisine tarafımca abi denilmektedir ) ve dünyalar tatlısı kızı Esra' dan oluşmaktadır. Balkız olduğundan beri ben kendilerine ancak ve ancak fıstıktan katılır oldum.
Neyse dün akşam önce Halep Pasajı içindeki Cafe Krepen' de buluşup güzel bir yemekten sonra hemen yanındaki Rüya Sineması'na geçildi. Rüya Sineması bundan 2 yıl öncesine kadar sadece aganigi filmlerinin yer aldığı bir sinemaydı. Ama artık yenilenip vizyon ve festival filmlerinin de yer aldığı bir salon haline getirildi ve nefis oldu. Burada parantez açıp Emek Sinemasının kapatılıp bir alışveriş merkesi haline getilmesi fikrini ortaya atan, uygulamaya koyan ve devamını getirenlere yazıklar olsun diyor ; tarih, kültür ve tüm dünya anlayışınız yerin dibine batsın diyerek parantezi kapatıyorum. Ama yine de orjinaline uygun restore edilerek hizmete açılması umudunu da yitirmiyorum.

Filmin adı Patenci Kızlar . Yapımcılıkla birlikte yönetmenliğini de üstlenen Drew Barrymore . Aynı zamanda filmin oyuncularından biri. Ellen Page' nin başrolde yer aldığı filmde benim her daim hayranlıkla izlediğim ve aynı zamanda sıkı da bir müzisten olan ve geçen sene grubuyla birlikte İstanbul'a da gelen Juliette Lewis , Zoe Bell, ve yine her rolünü hayranlıkla izlediğim Marcia Gay Harden , Jimmy Fallon yer almakta. Eleştirmenler tarafından " son derece eğlenceli, falasıyla sevimli ve dahiyane " olarak bulunmuş. Benim fikrim de aynı yönde. Baştan sona kadar hiç ilgimin azalmadığı, paten sahnelerinin adrenalimi arttırdığı , samimi ve güçlü oynunculuklarla bezenmiş güzel bir filmdi. Filmin kısaca konusu : Güzellik yarışmalarının dayatıldığı Teksas'taki kasaba yaşantısından farklı bir hayat arayışı içerisindeki Bliss , Austin'deki kadın paten yarışmalarını izlediğinde kendisi için alternatif bir uğraş ile birlikte yaşam olacağını düşünüp seçmelere katılır ve takıma seçilir. Ancak tüm bunları ailesinden saklamaktadır. Bliss aşk , tutku, hayal kırıklığı ve hayatı keşfederek ailesinin onun için düşündükleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Hayatta ne olmak ve ne yapmak istediğinin ve buna sıkıca sarılmanın önemini belirtmesi açısından izlenmeye değer bir filmdi.

Film saat 11.35 de bitti ve ben eve gittiğimde saat 1.00'di. Balkız babasının 4 masal anlatmasına rağmen uyumamış dudakları büzük büzük beni bekliyordu. Beni görmesiyle birlikte yataktan pike yakıp omuzlarıma atlaması bir oldu. Sarmaş dolaş....Saat 2.35 kadar sarılıp sarılıp,öpüp koklaştık . "Anne tooook ösledim seni " demesi hala kulaklarımdan gitmiyor. Dedim ya ben fıstıktan katılıyorum gruba. Zühre burada hemen su koyar. Belki bir sonraki hafta bir filme daha evet, ama başka yok. Dayanamam ben Balkız'ıma !

5 Nisan 2010 Pazartesi

GÖZLERİM KAN AĞLIYOR




Yüreğimde ağlıyorum

Yaşayan bir suç gibi

Yalvaran bakışları

Görmüyor artık gözüm

Bilemem, affedemem

Sensiz geçen onca yıl

Var olan duygularım

Ölüyor her geçen gün


Salmadı geceleri ay, gökyüzünde yıldızlar

Susmaz kalbim senin için

Hasretinle çarpıyor

Sence neden yapayalnızım

Soldu tümden umutlar

Sensin neden sevgilim

Gözlerim kan ağlıyor.

ZÜHRE

4 Nisan 2010 Pazar

TÜM HAFTA OLANLAR


Geçtiğimiz haftaya Balkız'ın nezlesini takip eden ateşle noktayı koymuşken bu kez de benim nezlemle birlikte haftaya merhaba diyeceğiz. Dip dalmaya alışkın bu kulaklar hiç böyle tıkanmamıştı.C ılık cılık sesler geliyor kulaktan mı yoksa beynimden mi henüz anlayamadım. Ama iyileşeceğim , iyileşmek istiyorum acilen . Eğer bugünkünden daha iyi olursam yarın 29. İstanbul Film Festival'inden bir filmle bulaşacağım. Geçen sene 5 film izlemiş ,biri hariç diğerlerini beğenmiştim. Seçici kurulun film seçimlerini nasıl yaptığı hakkında hiç bir fikrim yok ama bahsettiğim o film gerçekten de berbattı. İnat edip sonuna kadar oturduk ve film bittiğinde konusu dahil hiç bir şeyi anlayamamıştık. Aklımda kalan tek şey filmin olur olmaz her yerinde söylenen " I just called to say I love you " adlı parçaydı. Bu parça ortaokul orkestramızda çok keyifli çalınıp söylenmiş ve bir sürü anı yüklenmiş olmasına rağmen bu filmle birlikte hepsi silinip sadece filme çöreklenmiş oldu benim için. Filmin yarısı bitmeden salonda kimsecikler kalmamıştı bizden başka :)) Umarım aynı şeyle karşılaşmayız yine.


İşte böyle ! Umarım sizlerin pazarı ve haftanız sağlıklı ve bol gülücüklü olsun. Sevgilerle..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...