9 Ekim 2014 Perşembe

CEHENNEM DERESİ




              Sevgili Hoca'm Gülsen Varol'un ikinci kitabı " Cehennem Deresi" kendime bayram hediyesi olarak düşünüp beklettiğim bir kitaptı. Ben pek çoklarının yaptığı gibi birden fazla kitabı birarada okuyamadığım gibi bir romanı bititir bitirmez bir diğerine başlamakta da zorluk çekenlerdenim. İçine girdiğim romanda hala nefes alıyorken bir diğerinde bulunmayı istemem; kaçarım. Bu duygu içerisinde içinde yok olup gittiğim, orada nefes aldığım kitapların sayısı malesef gün be gün azalırken sevgili Hocam'ın ilk kitabı ( yüzüm kızararak henüz edinip okuyabildiğim ) "Albümdekiler" romanını gözyaşları ile bitirdim. Orada bir süre konaklayıp izin aldıktan sonra " Cehennem Deresi" ne geçtim.

         Her yazısında beni ters köşe eden , günlerce düşünmeme yol açan; zekası, üstün dil becerisine hayran olduğum Gülsen Varol' un muhteşem kurgusu ve karekterleri ile artık ben de  Cehennem Dere'liyim. Orada nefes alıp , roman karekterleriyle başbaşa vererek heyecanlandım, üzüldüm, güldüm ve ağladım....

           Öncelikle benim hayatıma girip vermiş olduğunuz ışık , heyecan ve mutluluktan dolayı teşekkür eder; edebiyat dünyasının bu müthiş romancıya hak ettiği ilgi ve değeri sağlamasını diliyorum.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

MERHABA BEYOĞLU


90 lı yıllardı..Arada bir yolunu bulur kalbimin attığı yere kısa zamanlı ziyaretler yapardım; İstanbul'a. Bu ziyaretlerden birinde Halep Pasajının alt katındaki dükkanlardan birinde ( belki de tek bir dükkan vardı tam hatırlayamıyorum ) bir dergi görüp elime almıştım; " MERHABA BEYOĞLU" . 

 Genel Yayın Yönetmeni Gürkan Kuş, Yayın Danışmanı Jak Deleon. Yazı Kurulu Çelik Gülersoy, Özdemir Kaptan Arkan, Giovanni Scognamillo, Jak Deleon, Ergun Hiçyılmaz, Sadettin Davran, Burçak Evren, Arzu Özbakış, Ali Topuz, Küçük İskender, Füsun Erbulak, Mesut Kara, Pınar Çekirge. Elimde bir cevher vardı. Atan kalbimin yaşadığı şehir bir yana Beyoğlu benim için özeldi . 1996 yılında rastlantı eseri keşfettiğim  " MERHABA BEYOĞLU" 1997 yılı başından sonra bir daha yayımlanmadı. Ara Güler'in en güzel fotoları, Küçük İskender'in kallavi küfürlerle bezenmiş şiirleri; Füsun Erbulak' ın şehir tiyatroları ardındaki sönmüş , yitmiş aşkları, kabare suareleri, kulis hikayelerini; Giovanni' den lavanten hikayeleri ve sinema, Jak Deleon' dan Pera'daki Beyaz Ruslar ve Beyoğlu'nun Beyoğlu olmasına kattıkları ve daha nice güzel hikayeler,makaleler.... Hepsinin yüreğine ve kalemlerine sağlık !


Ben o derginin her satırını içtikçe biraz daha yakınlaşırdım sanki "atan kalbime".. İstanbul daha bir başkaydı gözümde; şimdiden uzak. Uzaktayken ağırlığıyla bütünleşen tadı genzimi yakmaz, efsunlar içinde ," atan kalbimle" bütünleşir destan olurdu rüyalarımda... 

Güneşi, denizi, martısı, kaldırımlarıyla farklıydı İstanbul bende; gönlümde. Uzun zaman sürecek bu efsunlanma ne vakit geçti biliyorum, biliyorum da keşke aynı kalabilseydi. Bazen düşünürüm hangi aşkım devam edegeldi. Sıkılıyor muyum, yoksa çok mu şey bekliyorum henüz bulamadım cevabı ; ama aşk kalıcı değil bende. Ben aşka aşık kadın ; sadece aşka..Aşkın şekle bürüneninden çok öte.. Aşklar bir bir geçmekte iken İstanbul ayakta bana bakıyor; o da eski sevgili. 

Bir dargın bir barışık süren ilişkimiz hala devam etmekte; sanırım karşılıklı ve sessizce süren bir tutkumuz ve verilmiş sözlerimiz var İstanbul'la..O da ben de ara ara yutsak da, sözümüz SÖZ; yola devam !


5 Temmuz 2014 Cumartesi


Hergün yazıyorum; ama yukarıdaki resimde olduğu cinsten. Hem de birden fazla; bazen çok fazla...Özledim bloğumu , burada içimi dökmeyi, arkadaşlarımın sayfalarını aralamayı...Özledim!

23 Nisan 2013 Salı

23 NİSAN

Bayramlarda coşar içim; ağlamak için her türlü bahaneye açık yüreğim. İstiklal marşında başladım yine burnumu çekmeye. Erken başladım ağlamalara ben...Hep diyorum , çok sıkıcı bir yaşlı olacağım ! Korkarım babaanneme çektim . Herşeye ağlardı.

 " Yine niye ağlıyorsun babaanne". " Çok sevindim". 
 " E şimdi niye ağlıyorsun babaanne " " Ne bileyim ben!!!"
  " Offf babaanne oooooffff!!!" .

 Yaa böyle işte! Her yakındığım durumun öznesi oldum şimdi. 

Daha yemeğe yeni oturmuşuz, babaannem kolumu dürter ,kulağıma eğilip tatlı göçmen şivesiyle "yapasın bana bi kahve".   " Aaaa babaanne daha tabağa yemek konmadı bile " .  
" Ben diyeyim de; bilesin!!!" . 

Şimdi; daha yemekleri tabağa koymadan kokuyor burnuma kahve.. Bazen uykumun arasında bile.

Gidişat kötü; babaannemi düşündükçe..Bu duygusal yapısına hiç sığmayan patavatsızlıkları vardı. Ağabeyimin nişanında öyle oynadı oynadı ki; bir anda durup " Bu kadar oynuyoruz, kız tarafı  o... demesin bize??? " Millet gülmekten kırılırken o yüzündeki ciddiyeti hiç bozmadan oynamaya devam etti. Daha neler neler.. en iyisi anlatmayayım . 

Bayramdan nelere geldim,neler anlatıyorum....Neyse ,bugün Bayram ! 23 Nisan, neşe doluyor insan !





10 Nisan 2013 Çarşamba

SES



 Sesim sustu! Bu ilk kez yaşadığımız , tek taraflı bir kırgınlık. Ne masalarda hadi hadi söyle ısrarları karşısında kalmasına rağmen sırtını bana dönmeyen sesim şimdi yok ortalarda. Sadece dudaklarım oynuyor ve karşımdaki dudak okumayı beceren biriyse şanslı; yok değilse boş boş gözlerime bakıyor. Şaşkınım .. Meğer ne çok konuşurmuşum ben . Ağzım sürekli açılıp kapanıyor ama ona eşlik edecek ses yok ortada;  gitti. Bazen , inattan hiç konuşmak istemediğim zamanlarda yaşadığımız uyum ve iş birliği aklıma gelince duygulanıyorum; özlüyorum o günleri . Olsa da konuşmasam diyorum. Ama o artık yok! Oysa söyleyecek çok şey varken...Tam da sırasıyken... Neler söylemezdi! Özgürlüklerden yola çıkıp önce kendilerine yol açan, sonra kendinden olmayanları tıkan;  reisicumhur olabildikleri devletlerinde dağa çıkıp hak arayışına girişenlerin çıkış yollarına kırmızı halı dizen ; mesleğini kaleminden kazananların kalem uçlarıyla verdikleri zaiyat(!) ile Destan yazdıran ; Allah'ın , dini ne olursa olsun inanan herkesin Allah'ı olduğunu unutan ; ülkemin her şehrinin birbirinden farklı mozaik yapısını dahi inanç unsurlarına göre sıralayan zihniyetlere, uygulamalara , yerleşmelere, izlemek zorunda bırakıldığımız tradejilere ve zorbalığa, taraf bulamamış iğrenç pazarlıklara söyleyecek çok şeyi vardı oysa... Bu pazarlıkların, masa başı arsızlıklarının memleketimin içinden , yüreğinden,vicdanından çıkan güçle oluşturulmadığını haykırmak isterdi sesim...Ses'im..

7 Nisan 2013 Pazar

TRAFİK-TRAJİK

Hafta içini yoğun geçiren ben , tercih olarak hafta sonunda evimize çok yakın olan yerlerin dışına sızmamaya özen gösteririm .Bu hafta sonu ise zorunlu bir toplantı için yine Beyoğlu civarına yol almak durumunda kaldım.   Kalmaz olaydım. Tam 2,5 saatte varabildim. Bir çile değil bu; işkencenin ta kendisi !!! Aklıma çocukluğumun  her bayramlarında yol aldığımız Akhisar yolculukları geldi. 90 Km., tam 1 saat 15 dakika süren İzmir-Akhisar arasında defalarca uyur uyanır ve "gelmedik mi daha?" diye mızmızlanırdım. Sanırım çok eziyet vermiş olmalıyım ki doğal döngü döndü dolaştı ve benim evden ofisime hergün 1-1,5 saatte yol alacağım , dönüşle birlikte ve arada adliyeye yapılacak gidişleri de içine katarsak ortalama 4 saatin yolda geçtiği bir hayatın içine kafa üstü düşürüverdi . Nereye kadar sürecek bilmiyorum ama ben 6 yıldır aynı eziyeti yaşıyorum. Balkız bu yıl okula başlamadan mutlaka bir çözüm bulunmalı; evlenmeden önceki ofis-ev arası 5dk. formatına uçuş yapmalı.


3 Nisan 2013 Çarşamba

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ







Haftanın bir günü aynı mahkemenin kapısından saat itibariyle 9.30 da girip 16.30 da çıkıyorum. Benim işim hep o mahkemeyle dolayısıyla da aynı Hakimle. Hakim Bey önemli; hem de çok! Oldukça despot ; arada samimi olma çabaları gösteren çıkışları despot yapısını delemeyecek kadar da zayıf . Ama kaçarı yok; haftanın bir günü teşrik-i mesai zorunlu. Kulakları duymadığı gibi yaza doğru emekli olacak olması dosyalara olan eğilimini de etkiliyor. Gözlem gücümün kuvveti etkilemiyor; o avukatları hiç mi hiç sevmiyor! Çoğunlukla davalı tarafta yer alan benim karşı masamda , bu sefer çok genç bir avukat bayan yer alıyor. Giyimi oldukça modern bu genç avukat kendine güvenini ifade eden vücut diliyle biraz da rüzgar estirerek masadaki yerini alıyor. Ne hoş! İlk zamanlarım aklıma geliyor. Kalbim çarpardı masadaki yerimi aldığımda. Savunmamdaki önemli hususları unutmamam için dilekçem önümde , ağzımdan çıkacak kalbim ve uğuldayan kulaklarımla sesimi zar zor duyabilirdim; ya da öyle sanardım. Genç avukat ismini söyler ve Hakim zapta geçirirken önce vekaletnamesi olup olmadığı sorgulanır. Hafif bir panikle yetki belgesi sunulur . Bu sefer dosyadaki başka bir aksilik göze çarpar ve Hakim bu eksikliğin birkaç celsedir tamamlanmamış olduğunu despot yapısının bulaştığı ses tonuyla tükürürcesine zikreder. Genç avukat, hukuk bürosunda yeni çalışmaya başladığını bu eksikliğin diğer avukatların sorumluluğundan kaynaklanmış olabileceğini özgüven içerisinde, sesi dahi titremeden vurgular. Hakim ısrarcıdır. Eksiklik ısrarının yanında , genç avukatın mesleğini icra koşullarını sorgulayıcı, kınayıcı ve biraz da alaycı bir şekilde eleştiriye döker. Genç avukat da ısrarcıdır.Yine aynı özgüven içinde fakat giderek agresifleşen bir ses tonu ile Hakime kafa tutar. Hakim " kes tamam !!! " diyerek zaptı yazdırmaya başlar.

            " Gereği Düşünüldü: Davacının Davasının REDDİ' ne......".

Göz ucuyla bakabildiğim genç avukatın titreyen elleriyle çantasını zor toplayabildiğini görüyorum. Ne kötü bir gün onun için; hem de çalışmaya başladığı ofiste belki de ilk duruşma gününde böylesine önemli bir davanın onun elinde kaybedilmiş olması....

Yıllar öncesine gidiyorum ; mesleğimin ilk yıllarına... Ünlü bir ceza avukatının ofisinin icra departmanında işe başladığım yıllardı. İcra işini sevmezdi ve o departman avukat olarak benden sorulurdu. Ben ise ceza'ya baygın genç bir avukat. Benim Ceza'ya olan baygınlığımı bildiğinden çok büyük davalara beni de yanına katardı Üstat. Ne davalara tanıklık etmiştim onunla.Celse biter bitmez benim büyülerimi bozmak istercesine nasihata başlardı; " Ceza işi kadınlara göre değil güzel kızım,sakın ha!!! Korkuturlar , zorlarlar ; daha aklına gelmeyecek şeyler yaşarsın...Gerek yok!!! At hırsızlarıyla işin olmasın sakın". Başım hafif önde , dağılmaya yüz tutmuş büyülerin bulutlarını toplamaya çalışıyorum zıplayarak; çaktırmadan". 

Çok yoğun geçecek bir günün sabahında Üstat odasına çağırır. Bugüne yetişmemiz çok zor görünüyor. Filanca yerdeki ağır cezaya senin girmen gerekiyor.Ama karar duruşması bugün. Savcı konuşacak, mütalaa verecek. Hakim sana söz verdiğinde diyeceksin ki " savunmanın genişletilmesini talep ediyoruz, delil sunacağız". Böylelikle kararın o celsede çıkmasını engelleyeceksin...
 Ahh!!! Ben bu kısmı bilmiyorum . Film izler gibi izlemişim bu zamana kadar ceza davalarını."Savunmanın genişletilmesi"  ne demek ? Ya sırasını kaçırırsam, ne zaman söyleyeceğim????? diye düşürken koltuğumun arasına sıkıştırılan dosya ile kapının önündeyim . Adliye yolunda okuduğum duaların sırası bile şaştı. Duruşma salonundayım. Aman Tanrım ben yine hacze çıkayım, vazgeçtim ceza işinden Allah'ım, söz veriyorum buradan bir halt yemeden çıkayım, bir daha hayal mayal yok.Temiz iş icra işi.   Gidersin hacze kaldırırsın oralığı . Hoş orada da dayaktan son dakikada kurtulmuşluğum , hafif tartaklanmışlığım , bolca küfür yemişliğim ve hatta silah doğrultulmuşluğum var ama alışmışım ben buna . Ama buna HİÇ!!! Titriyorum. Savcı mırıl mırıl bişeyler söyledi; duymuyorum . Hakime bakıyorum o da ancak birbirlerinin duyacağı tonla mırıldanıyor . Ben bir ona bir savcıya bakıyorum, küçük bir serçe gibi .Ne zaman diyeceğim dosya üzerine karaladığım "Savunmanın Genişletilmesini talep ediyorum..." u ???  Derken, Hakimin "GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ" sesiyle irkildim. Bir dakika , bir dakika ama bana söz vermediniz dedim; içimden. Sesim çıkmadı,çıkamadı; içime kısıldı.

 ".......'ın TCK nın .... maddesinin ...fıkrasının ...bendi uyarınca 20 yıl HAPSİNE........". YİRMİ YIL!!! Sanki dünyadaki tüm sesler sustu, hakim megafonla kulağıma böğürdü. YİRMİ YIL!!!! Başım döndü, midem bulandı... Duruşma kapısının önünde elimde duruşma zaptıyla bir başımaydım. Dünya yıkıldı üzerime. Ayağımı atmak istiyorum; olmuyor. Biri betonu kırsın diyorum ;yine içimden. Dünyanın en şapşal halinin o andaki tek örneğiyim. Birkaç saat ne yaptım hiç bilmiyorum.Sanırım Saat Kulesinin altında oturmuş olabilirim, Bolulu Hasan Usta'ya da gitmiş olabilirim.YKM den bir çanta da almış olabilirim; ama hiç birini hatırlamıyorum. O tarihlerde cep telefonu icat edildi mi onu da bilmiyorum; ofise gittiğimde meraktan deliye dönmüştü Üstat. Benden önce haberim gitmiş olmalı ofise. Üstat beni görünce ellerimden tutup oturttu . Eyvahhh dedim; yine içimden. Bana bir çakacak herhalde ,öteki elimden güç alacak bir yerlere çakılmayayım diye. Baktım endişe içinde yüzüme bakıyor ve konuşuyor. Neden sonra duymaya başladım sesini. " Kızım üzülme, zaten kararı geciktirmeye çalışıyorduk . Bizimki nafile bir çaba . Sonuç belliydi ; zaten böyle çıkacaktı karar . Senin bunda bir kusurun kabahati yok...." Sarılmışım Üstat'a salya sümük. Umrumda değil ceketinin gözyaşı ve sümükle karışmış hali.

Dudağımla gülümsemeyle salondan ayrılırken gözlerim genç avukatı aradı. Teselli adına söyleyeceğim birkaç cümleye ihtiyacı olmalı diye düşünürken , ıslanmaya yüz tutmuş gözlerle yanındaki avukata heyecanla birşeyler anlatırken, mübaşirin beni çağıran sesiyle duruşmaya geri dönmek zorunda kaldım.





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...