İlk ofis maceram İstanbul'a geldiğimin 4. ayına rastlar. O dönemin Alman Konsolosluğu avukatı aile dostumuzdu. Yıllar önceki stajyeri ofisine bir gider ortağı aramakta olup durumu hemen bana haber eder. 10 dakikalık bir düşünme süresinden sonra teklİf hemen kabul edilir. Oysa o dört aylık sürede ben elimde harita ile Galata Köprüsü ile ayrılan kısmın neden hala Avrupa yakasına bağlı olduğunu keşfetmekle meşguldüm. Ve adliyelerin yerini öğrenmeye çalışıyordum. Ofis Alman Hastanesi'nin hemen karşısında idi. Ofis arkadaşım ise 40 lı yaşlarda , ilk bakışta oldukça matrak , hoş görünümlü bir bayandı. Bir odanın içinde ikimiz ayrı ayrı masalarda kendi işlerimizi yapacak ; sadece kira,elektrik v.s giderlere ortak olacaktık. Neyse başladık. Bayan sadece haftanın bir-iki günü geliyor, geldiği saatler genelde akşam üstüne tekabül ediyor birkaç saat kaldıktan sonra da Beyoğlu'nda müdavimi olduğunu sonradan öğrendiğim bir bara takılıyordu. Hımmm bana ne dedim içimden; her gün sabahtan akşama kadar birlikte oturmaktan ve zoraki muhabbet türetmektense böylesi iyi diye düşündüm. Ben? Ben sabahları tüm gazeteler koltuğumun altında ofise gelir hepsini bir güzel okur , sonra da pencereden gelen geçene bakardım.Yapacak birşey yok , çünkü ne İstanbul beni ne de ben İstanbul'u tanıyorum; tam bir cahil cesareti ! Gel zaman git zaman aradan 6 ay gibi bir süre geçti .Bu süre içerisinde bayanın mesaileri hep böyle olmakla birlikte han sahibi ofise sık sık uğrar oldu .Çünkü ben kira paramı -bir Allah bir de ben bilirim nasıl denkleştiğini- tamamlamış olsamda ortağım hep bir mazeret bulmaya başlamıştı . Yarın, üç gün sonra,bir hafta sonra ödeyeceğim'ler, hadi bu ayı sen öde sonrakini ben öderim'e dönüşmüştü. Allah'ım tam bir kabus yaşıyordum . Ben yarısını zor tamamlarken han sahibine rezil olmamak adına tamamını ödemek zoruna kalıyordum .Böyle böyle sekiz ay geçti; ta ki bir sabah pılımı pırtımı toplayıp avukat bayana bir güzel mektup döşenip ofisi terkedene kadar.
İlk ofis deneyimimin kabus olduğuna mı yanayım, ofisten olduğuma mı yanayım, yanayım yanayım kadehlerde yanayım...
Çıktım İstiklal'de dolaşıyorum. Girmediğim han, sokak, mezbaha kalmadı. Ofis kiraları korkunç. Hem yürüyorum hem ağlıyorum.Yok yapacağım dedim, yapacağım ben bu mesleği. Bu arada kurum yada özel bir yere bağlı çalışmak da istemiyorum ve direniyorum. Akşamına çok samimi bir arkadaşıma gittim dertleşmek için. Kardeşi inşaat mühendisi ve o da bir ofis arayışında. Bana ille de bir avukatla olmam gerekmiyor dersen birlikte bir ofis tutalım ve başlayalım ; birlikten kuvvet doğar dedi. Gerçi o kuvvet beni boğmak üzereyken kaçmıştım diğer ofisten ama yapacak birşey de yoktu. Tünel Meydanında küçücük birbirine bağlı iki oda tuttuk.Odalarımız ayrı ama birbirine açılan bir kapı ile bağlı. Bir yıl zorluklarla geçti. Benim telefonlarım kapanır onunkinden konuşurdum,onunki kapanır benden konuşur. Para tutacağız diye neler yapardık; ama çok iyi iki ortaktık ve mutluyduk . Bir sene dolmasına az kala bir sabah daha ofise geçmeden önce buluşup birlikte Vakıflar 'a gittiğimizde çalan telefonla öğrenmiştik Han'a hırsız girdiğini. 34 ofise birden girip bilgisayarlar çalınmıştı. Şok olmuştuk . Hırsız benimkine dokunmamıştı bile. Çünkü klavyenin bilmediğim pek çok düğmesine basmak suretiyle açılan bir bilgisayardı benim ki. Ama ortağımınki çalınmış, iki gün sonrasına teslim etmesi gereken projeside böylelikle yok olmuştu. Çok üzülmüştük. Hemen ertesi günü başka bir ofis aramaya koyulduk. Galatasaray'da tam altı odalı ve bir önceki küçücük ofisin kira bedeli ile aynı bir ofis bulmuştuk.Uçtuk sevinçten, inanamıyorduk. Artık şans bizden yana olsun diye dua ediyorduk. Kendi kendimize yapılan boya-badanadan sonra yerleştik yeni yerimize.Tam 5 yıl ortaklık , kardeşlik, dostluk, sırdaşlık yaptık birbirimize. O ofiste tutunduk önce birbirimize sonra da İstanbul'a. Orada emekledik, yürüdük , büyüdük. Çok şey yaşadık, çok şey sığdırdık. Yuvalar kurduk, hayatlar bulduk. Beş yılın sonunda sarılarak , ağlayarak ayrıldık daha iyi koşullara kucak açmak için. Ortaklığın gereğini yerine getirmiş , birbirimize yaslanarak ayakta durmuş ama şimdi tek başına yürüme zamanı gelmiş kapımızı çalmıştı. Güzel ,çok çok güzel günlerdi . Geriye dönüp baktığımda altından kalkması ancak cahilliğe nasip olan cesaretle olabilecek cengaverlikti diye düşünüyorum. Bu yaş ve bu kafada cesaret edemezdim . O Galatasaray'da ben ise Eminönü'n de bir beş yıl daha eskidik . Şimdi? Ben tekrar Beyoğlu'na gitme telaşı ve heyacanı içerisindeyim. Taşınıyorum. Ama bu sefer bana önce ev , şimdi de ofis olarak kollarını açacak olan sayısız hatıra biriktirdiğim, mabedim dediğim Beyoğlu evine.
Ahh Beyoğlu, Beyoğlu..Kimbilir bana daha neleri biriktirme imkanı verecek ,anı defterimi doldurmaya yarayacak zamanlar sunacak ; kimbilir daha neler yaşatacak ?