29 Ocak 2010 Cuma

DELİ DELİ KULAKLARI KÜPELİ


Canım kuzenim, sarı papatyam GÜNÜN ÇORBASI mimlemiş beni. Mimleyen mimleyene. Ama bu mim biraz sakıncalı. Çünkü 7 ilginç özelliğini anlatacaksın. İlginçlik ben de çoook. Bak Yeliz bu bir komplo ise alırım hıncımı bilirsin. Sana değil evladın olacak o et lokması Arca'nın en kıvamında ve boğumundaki etlerden bir ısırdım mı görürsün. Eeeee boşuna dememişler "ata yapar evlat çeker" diye :)))))

Bütüm foyalarım çıkacak ortaya. Yanarım yanarım akıllı uslu görünen bu kadının zır deli yanlarının deşifresine yanarım. Neyse Yeliz denince akan sular durur; başlayayım en iyisi.

1- İsim hafızam karışıktır. Yani öyle unutkanlıktan öte birşey bendeki. Benim beynim, karşımdaki kişinin isminden farklı bir isim yakıştırdıysa ona bitti. Artık öldürsen , etimden et kopartsan o isim değişmez. Adı Atilla olan arkadaşıma yıllırca Teoman dedim, hala da öyle diyorum.Çünkü benim için Teoman o. Gerçek ismini bilmediğim, daha doğrusu beynimin reddettiği bir sürü arkadaşım var. Aytül, Aykut, Zeynep....Ben öyle çağırıyorum onları. Hooop olmadı değiştir tonton ! Haa önce şaka zannettiler. Ama bu şaka yıllarca devam edecek değil ya; gerçeğin ta kendisi. Hııı delidir ne yapsa yeridir diyerek kabul ettiler beni ve yeni isimlerini.

2- Evden bir kaç günlüğüne ayrılacaksam mutlaka her yer temizlenir ondan sonra gidilir. Akşam yatmadan önce de her yer kağıt misali düzeltilir. Allah muhafaza, uyurken birşey olur ölür mölürüm, gelen evi tertipli bulsun değil mi?

3- Gece yarısı , sabaha karşı 3-4 bilemedin 5 te uyandır hadi çıkalım de hemen hazırım. Hiç nazlanmam. Her türlü gezmeye, tozmaya, eğlenceye , yemek yemeğe, mehtabı izlemeye , dertleşmeye, ağlaşmaya, gülmeye v.b ye hazırımdır. Sabahın köründe çalan telefonları da sanki hiç uykudan uyanmamış gibi cevaplarım. Ses tonumda en ufak bir uyku kırıntısı bulmanız mümkün değildir.

4- Kadınsı kaprislerim, nazlarım, pozlarım ve kıskançlıklarım hiç yoktur ve olmamıştır. Olanlara da gıcık kapmışımdır.

5- Mahallenin delisi, bakkalı , boyacısı , satıcısı , otobüs şöförü , dilencisi ,dilsizi , çoluğu , çocuğu, kedisi , köpeği kısacası herkesi arkadaşımdır. Mutlaka sohbet edecek bir iki dakikada olsa zaman ayırırım, es geçmem. Ola ki görmeden geçmişsem de telaşlanırlar birşey mi oldu bana, hasta mıyım diye. Tek tahammül edemeyip görmezden geldiklerim , olduğundan farklı görünmeye çalışan, etrafını küçümseyen gözlerle bakan , menfaati için yalakalık eden, yalan söyleyen, iki yüzlü insanlar. Sevdiğimi söyleme hususunda ne kadar cömertsem, sevmediğimi söyleme hususunda da öyleyimdir.. Pat diye söylerim.

6- Arabamın adını Pakize koyup ,onunda bir ruhu olduğuna inanırım.

7- Çevreye kirliliğine karşı hassasiyetim yerlere çöp,kağıt v.b şeyleri dökenlerin döktüklerini onların ceplerine yada çantalarına tıkma ve ardından da bir güzel kavga etmeye kadar varır.

Eee yeter artık değil mi bu kadar ilginç huy. Allah'tan 7 tane demişler. Yoksa say say bitmeyecek . Artık yüzüm kızararak, utanıp çekip gidiyorum. Ahh Yeliz ahhh alacağın olsun !

27 Ocak 2010 Çarşamba

ONUR MÜCADELESİ- GREV








12 eylül 1980 Askeri darbe sonrası sendikaların çoğu tasfiye edilmiş, kalanların bir çoğu da bürokrasi sonucu etkisizleştirilmişti. İşçiler üzerinde kazanılamayacak bir mücadeleye girmemeleri hususunda demoralizeler yaratılmış, örgütlenmeleri üzerinde hem yasal hem de duygusal türlü oyunlar oynanmıştı. Çirkin,şeytani oyunlar.


1980 sonrasının bu ortamında üzerlerine atılan ölü toprağının ilk silkinmesini gerçekleştirecek grevlerden biriydi METAŞ GREVİ. 2650 kişinin katılımıyla hak ve onur mücadelesine başlandı. İşçilerin mücadeleci, örgütlü hareket ruhları bağlı oldukları sendikalardan da bağımsız ve kuvvetliydi. Mevcut anayasa ve yasal mevzuat hükümlerindeki yasaklama ve sınırlamalara rağmen işçiler haklı mücadelelerini 90 gün sürdürdüler. 90 günün sonunda toplu iş sözleşmesinde yer almasını istedikleri hakların çok büyük bir kısmını kabul ettirerek işverene karşı zafer kazandılar. Her bir işçi, işçi özgürlük ve hakları , işçi örgütlenmesi ve onuru için birer neferdi. Bu neferlerden biri de benim babamdı. Gözümüzde her daim kahraman olan babamı bu onur savaşında da en başta annem sonra da küçücük yürek ve bedenleriyle abim ve ben yalnız bırakmadık. Tüm işçi aileleri grev mücadelesini başı yukarıda ve umutla sürdürdü; her türlü zorluğa rağmen.


Onların mücadelesi diğer meslek kollarında çalışan işçilere ışık olmuş, sonraki yıllarda işçi mücadelesinin yolunu açmıştı.


Yıl 2010. Bugün TEKEL işçileri grevlerinin 45. gününde onur savaşı vermeye devam ediyor. İstanbul'daki itfaiye personeli de grevde. Onların yalnız olmadıklarını bilemeye , desteğe ihtiyaçları var; hergünkinden de fazla.


Özelleştirme çalışmaları sırasında yapılan eleştirileri geri kafalılık, tutuculuk, devletçilik , altı okçuluk , ulusalcılık olarak adlandıranlar bu işin faturasının işçilere kesileceğini bilmiyor değildi elbette. Kapitalist sistemde sistemi oluşturanlar herşeyi oyunun kuralına göre oynarlar. Ama bu oyunda oyuncu olmak varken hep ebe olmak bizim gibi ülkelerin kaderi değil sadece gerçeğidir. Kaderimizi değiştirmek ise kendi yetimizde olmazken, gerçeğimizi farklı bir gerçek , farklı bir gelecek haline sokmak ise sadece ve sadece bizlerin elindedir.

22 Ocak 2010 Cuma

DARBE


Birkaç gündür Taraf Gazetesi'nin iddiaları gündemde. İddia konusu olayı duyup ayrıntıları gazetede okuduğumda koca bir "hadi sen de !" çektim ve oluşturulan yeni seneryolar ile yine gündemi işgal edecekler sıkıntısı yaşadım. Dün oldukça geç bir saatte tesadüfen Kanaltürk'te bu haberi yapan gazetecininde içinde olduğu bir grup gazetecinin tartışmalarına şahit oldum. Programda aynı zamanda orgenaralin ses bantları da dinletildi. Özetle 2002-2003 yılında yapılan seminerde semineri oluşturan askerlerin o dönemdeki mevcut irticai gelişmelerden duydukları kaygı ile birlikte yapılması gerekenler , önlemler ve olası çareler...Konuşmaların vardığı nokta iktidarı oluşturulanlarla konuşularak bu gidişatın değiştirilmesinin sağlanması, olmadığının görülmesi durumunda da 12 Eylül 'deki gibi bir yapılanmanın oluşturularak gidişata son verilmesiydi. Bu hususların konuşulduğu ve seminerin yapıldığı Genel Kurmay Başkanı tarafından kabul edildi ama seminerin amacının ve orada konuşulanların tamamen olası durumlara özellikle dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı olası fikirlerin zikri yani bir nevi askeri fikir jimlastiği olduğu açıklandı.

Şimdi bu hususlar ortalığı kasıp kavuruyor.Bir grup , bu konuşmaların külliyen suç teşkil ettiğini haykırıyor, başka bir grup bunun suç olmadığı ile birlikte tamamen gündem değiştirme amaçlı haber olduğu üzerinde duruyor, asker ise tabiiyetiyle reddediyor.

Bir hukukçu olarak bu tür konuşmaların deşifre edilmesi sonrasında suç teşkil edip etmediği konusundaki düşüncem öncelikle hukuka aykırı olarak elde edilen verilerin delil teşkil edemeyeceği ve asla delil olarak kullanılamayacağı, ikinci olarak da suçun oluşabilmesinin koşulu olarak maddi ve manevi unsurların birarada yer almamış olduğudur. Maddi unsur eylem, manevi unsur ise suça teşkil eden eylemin isteyerek+bilerek işlenmiş olmasıdır. Maddi+manevi unsur suçu oluşturan eylemi suç haline getiren yegane koşuldur. Tüm bu teknik anlatım yaşanılanların hukukçu gözümle suç teşkil etmediği yolundaki kanaatimdir. Ayrıca 8 yıl önce konuşulanların tam da şu anda , Tekel işçilerinin açlık grevi başta olmak üzere önemli pek çok gündem varken ortaya atılmış olması hukuku bilmeyenler için bile inandırıcılıktan uzak olmasına haklı bir sebep teşkil eder. Ama işin hukuki kısmından çıkıp tv'de duyduklarım karşısındaki insani tepki ve duygularıma gelince; bu ülke Sincan'dan geçen tankları saymazsak üç darbe gördü. Pek çok genç öldü , öldürüldü , büyük bir kısmı cezaevlerinde yok oldu , pek çok ocak söndü; geride unutulmayan acılar kaldı . Hukuk yok sayıldı. Özgürlükler durdu. İnsan onuru hiçe sayıldı . Tam üç kez. Kendi iradeleriyle başa geçirdiklerini yine demokratik yollarla aşağı indirme iradeleri ellerinden alınan bu insanların konuşma hakları, yaşamları üzerindeki tasarruf hakları ve iradeleri ellerinden alındı. Darbe düşüncelerinin tohum olarak ekilip, filizlenip , çiçek açmadan kurumuş olması bile benim üç defa çiğnenmiş onurumu yeniden zedelemeye yetti ve arttı . İnsanca bir yaşama, kendine ve tasarruflarına malik bir toplum olarak nefes almamıza kimse dokunmasın istiyorum. Güçlü olanlar, bu gücü hissetmek ve direncini denemek isterler. Onların gücünü hissetmek konjöktör olarak önemli ve tehlikeli bir konumda olan ülkemiz adına büyük bir şans . Ama tehlike dışarıdan gelirse. İçeride olacak her şey bizim serbest irademize bağlı olmalı. Medeniyet yolunda yürümeye taa 1919 da başlayan bir mücadele ile baş koymuş , ant içmiş bir milletin, yine aynı onur ve şerefle varolma ve yola devam etmesinin yegane koşulu demokrasidir. Hazmı ne kadar da zor olsa demokrasiden vazgeçmeyi düşünmek kendimiz için yapılacak en büyük hakaret olacaktır.

20 Ocak 2010 Çarşamba

SOBEEE !

Geçen hafta yoğun baş ağrıları yaşamama sebep olarak görülen bilgisayar köşe bucak kaçırıldı ev ahalisince. Ama kurduğum "NE OLUR NE OLUR OPERASYONU" sonucu kavuştum bilgisayarıma. Şimdi dua ediyorum baş ağrısı nüksetmesin diye. Yoksa operasyon falan nafile !


Sevgili arkadaşım ÇINAR mimlemiş beni, yani SOBELEMİŞ. Aşağıda sorularla birlikte benim cevaplarımı bulacaksınız. Bir hukukçu olarak zamanında okul yıllarında çok kafa yorduğumuz münazaralar kurduğumuz hususlar hakkında içimden gelen cevaplar bir cümleden öteye gitmiyor.Neden ? Çünkü yıllardır aynı hususlar hakkında vır vır, cır cır konuşup, muhalefet iktidar olduğunda verdiği sözleri unutup,o hususlar hakkında uyumaları.....Neyse sorular ve yanıtlarına geçelim.



1- Dokunulmazlıkların Kaldırılması Konusunda Ne Düşünüyorsunuz ?


Kaldırılmasını isteyen siyasiler YALAN söylüyorlar diyorum. İktidara gelmeden önce ilk gündem maddesi yaparlar, bu madde üzerinden politika yürütürler,halkı galeyana getirip inanç sağlarlar, milletvekili iken yedikleri haltlar karşısında elleri kollarını sallayarak dolaşanları aşife ( pardon afişe :))) ederler ama başa gelince de ilk unuttukları bu olur. Unutamıyorlarsa da birbirlerine yardımcı olurlar unutma konusunda. "Tıp" oynarlar, hipnoz yaparlar,onu bunu yaparlar amaaaa sonunda unuturlar.

Benim fikrimi buraya kadar okuduysanız anlamış olmanız lazım; kaldırılsın. Milletvekili kisvesi altında altımızı oyanlar bunun hesabını ister bir bir,ister iki iki,isterlerse üç üç versinler.Ben hepsine razıyım.


2- Seçim Barajı Kaldırılsın Mı?


Baraj bu kadar yüksek olmasın derim. %10 baraj oldukça yüksek.Ama barajın indirilmesi de tek başına işe yaramaz, Seçim Yasası'nın tamamen revize edilmesi gerekir.


3- Adayların Belirlenmesinde Nasıl Bir Yöntem Uygulansın?


Adaylar tamamen parti başkanının güzel gönlüne göre belirlenen bir durum. Böyle olunca da parti başkanlarının adayları belirlerken, mesleklerinde başarılı, yaşadığı çevrede ( paralı değil)haklı itibar sahibi , hak,adalet sahibi, halk için çalışacak kişilerden olmasına çaba sarfetmeli.


4- Yargı Bağımsızlığı Sizin İçin Ne Anlam İfade Ediyor?


Çok şey ifade ediyor. Bir avukat olarak mesleğimi yaparken mutlu olabilmemim, itibar görebilmemim, hem maddi hem de manevi tatmine ulaşabilmemim, ülkemin insanlarının huzur bulabilmesinin, ülkemin itibarının artmasının, insanların rahat rahat düşündüklerinin ifade edilmelerinin, bu ifade karşısında başlarına birşey gelmeyeceğinin garantisinin, haklının haklı olmasının,haksızın haksız kalmasının, ülkemin medeniyet yolunda ilerlemesinin TEK VE YAGANE KOŞULU YARGI BAĞIMSIZLIĞIDIR. Yargı üzerinde siyasi ellerin kara lekesinin silindiği, Adalet BAkanlığının HAkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan elinin çekildiği, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Sayıştay'a sadece ve sadece hukukçuların seçildiği ve ilk etapta aklıma gelmeyen pek çok şeyin değişmesiyle birlikte yargı bağımsızlığı da sağlanabilecektir. Özetle ; Yasama+ Yürütme+ Yargı Bu üçlü erkten Yürütmenin Yargı üerindeki baskısı kalktığı anda yargı nefes alacak, bağımsızlık yolunda adım atabilecektir.


5- Beşinci soruyu siz belirlemek durumunda olsaydınız neyi öğrenmek isterdiniz ?

Neyi Mi ? Kendi çıkarlarını gerçekleştirecek arenayı yaratmak uğruna ülkesini, milletini kaosa sürükleyen Başbakan ve kurmaylarının akşam başlarını yastığa koyduklarında nasıl uyabildiklerini ; bu kaos ortamında canlarını, mallarını kısacası herşeylerini kaybeden insanların ahh ve intizarlarının altından nasıl kalkacaklarını merak ederim.


Şimdiiiiiii GÜVEN'İN YERİ , Kara Kalem , ramazan ışık/hayata dair SOBEEEEE !


(Mimin kuralları:

* Mimi gönderen bloğa link veriyorsunuz.
*Üç kişiyi mimliyorsunuz ve mimlediğiniz kişinin bloğuna not bırakıyorsunuz.
*Mimlediğiniz blogların da linkini veriyorsunuz. )

13 Ocak 2010 Çarşamba

HERŞEY SENİNLE GÜZEL



Herşey seninle güzel
Yolda yürümek bile
Olmayacak düşlerin
Peşinde koşmak bile

Herşey seninle güzel
Bu toprak bu taş bile
İçimdeki bu korku
Gözümdeki yaş bile

Beklenmedik bir anda
Ayrılık gelip çatsa
Seninle paylaştığın
Tek bir gün yeter bana

Herşey seninle güzel
Duyduğum bu ses bile
Yalnız içtiğim su değil
Aldığım nefes bile
Herşey seninle güzel
Bu yağmur bu kar bile
Yüzümdeki gözyaşının izleri
Onlar bile

Beklenmedik bir anda
Ayrılık gelip çatsa
Seninle paylaştığım
Tek bir gün yeter bana.
Söz: Çiğdem Talu
Müzik : Melik Kibar

Uzun zamandır dinlemediğim ve unuttum zannettiğim bu enfes şarkıyı bu gece "Bu Kalp Seni Unutur Mu?" dizisi hatırlattığından beri dilim dursa beynim söylüyor; hiç durmadan. Eski melodiler ve sözler yürekteki yerini alıp, tahtına oturuyor. Aşkın intikamdan ve intizardan uzak sözleri ayakta alkış alıyor. Kaç kişi acaba giden, bırakan aşkının ardından bunları söyleyebilecek yürek ve güce sahip? Ben bu satırların aşkının yanıbaşında olup ancak ayrılma yada ondan uzak olma ihtimali düşünülerek yazılmış olabileceğini düşünüyorum. Tıpkı ölene kadar süren Çiğdem Talu ve Melih Kibar aşkındaki gibi.
Her ikisinin mekanının müzik ve aşk melekleriyle dolu olmasını diliyorum.





11 Ocak 2010 Pazartesi

KOZMİK ODA




Uygar ve Fuat; çocukluk arkadaşlarım. Ayrı yumurta ikizleri. Tüm çocukluğum, gençliğim ikisiyle birarada geçti. Önce oyunları sonra da gençlik sırlarını, daha çok onların kızlarla olan gönül maceralarını paylaştık birlikte.Bunları anlatacak değilim tabii ki. Ama oyunlarımız arasında en sevdiğimiz, en baba oyun diye düşündüğümüz uzay oyunu "Kozmik Oda" mız vardı. O kadar çok uzay ve uzaylılarla ilgili kitap okurduk ki bununla ilgili gelişmiş müthiş senaryolarımız her daim mevcut olurdu cepte. Biraraya geldiğimizde de hiç beklemeden senaryoyu ortaya koyar başlardık oynamaya. Bu oyunun zavallı mağduru benim bebeğim olurdu her daim. Biz de zalim uzaylılar. Kaçırırdık sarı saçlı mavi gözlü caanım Ayşe bebeği ; neler yapardık neler ! Saatlerce çıkmazdık benim miniminnacıcık kozmik odamdan . Annemin ikramlarına yan gözle bile bakmazdık. Gitme vakti geldiğinde mutlaka arıza çıkartır biraz daha süre alabilmek için binbir dereden su getirirdik. Giderlerken ben balkona koşar, onlarda kayboluncaya kadar geri geri yürüyerek el sallardık birbirimize.

Şimdi diyeceksiniz bu anı da nereden çıktı . Valla bakıyorum haberlere bu aralar bir "Kozmik Oda"dır gidiyor. Her gün bununla ilgili bir gelişme. İzliyorum izlemesine ama inanın anlayamıyorum. Ki ben avukatım :)) Bir hakim giriyor odaya ertesi gün o hakime mermi hediye gönderiliyor , falan filan,feşmekan... Belki de kozmik oda lafını duyunca ben direkt çocukluk anılarına daldığımdan pek mantığına inemiyorum olayın. Ama izlediğim ve algıladığım tek şey gördüğüm senaryonun bizim ikizlerle oynadığımız oyunlarda kurduğumuz senaryodan çok daha acemice ve çok daha komik bir şekilde yazılmış olduğu. Hani diyorum bu odanın zuzaylıları nerde? ( mağduru belli de),hani diyorum bu odanın çıkış yolu nerde? Hani diyorum bu odada zuzaylı ile insanoğlu arasında çıkan kavgada kim galip gelecek ?

Di-zi di- zi iz-lee

Ha- di sı-ra kim- dee ? ( Sizce sıra kim de???)( Bu da çocukluktan bir oyun :))

Her gün çıkıyor bu "Oda" 19 da, ben ise daliyorum anılarımdaki "Kozmik Oda"ya.

9 Ocak 2010 Cumartesi

GÜNEŞ IŞIĞI ÖDÜLÜ






Sevgili Asuman , severek izlediği arkadaşlarına ve onlardan biri olan bana bu ödülü layık görmüş. O kadar mutlu oldum ki ! Ben de başta Asuman ve Güven olmak üzere bana yorumlarıyla gün ışığı olup içimi aydınlatan ferahlatan tüm blog arkadaşlarıma bu ödülü gönderiyorum.Hepsine kucak dolusu sevgilerle.




7 Ocak 2010 Perşembe

GURBET


Annem İzmir'den geldi geleli evde bir sürü değişiklik oldu.Dokunduğu her yeri cennet haline sokan bu kadın tam bir atom karınca. Bazen de arı maya diyorum ben ona. (Yukarıdaki fotoğraf için kocaman bir maşallah istiyorum ona göre ! ) Hiç dinlenmek nedir bilmeden hareket halinde olan bu kadın önce evin tüm perdelerini yıkadı sonra Balkız'ın yemekli elleriyle berbat ettiği mutfak koltuklarına kılıf dikti. Takım takrevatları düzenleyip kutuladı. Tüm dolapları düzenledi.Üstüne bir de tüm evi temizleyip Beyoğlu'ndaki eve 2 günlüğüne geçiş yaptı. Şimdi bir de orayı paklayıp, İstiklal' in girilebilecek tüm pasajlardaki yığınları talan edip bulduğu en ucuz ve en şahane kıyafetleri alıp defile yapmaya gelecek yine .

Annem ,canım annem benim ! Burada olması , aynı havayı solumamız yeterli benim için. Keşke aynı şehirde yaşasak; ama değil. Kısıtlı zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. Daha sabah çayı bitmeden üstüne yapılan kahveler, kahve hazmedilmeden içilen 3'ü bir yerde, üstüne bir de akşam çayı derken gece 4 biz de hala ayakta;kafein komasında :)) Şimdi Beyoğlu yolundalar ama benim şimdiden burnumda tütüyorlar. İzmir'e uğurlarken ne olacağım bilmiyorum.

İlk başta vedalar benim için gayet normalken şu birkaç senedir ağlamaktan canım çıkıyor. Annem her defasında arkamdan telefon açıp yolunda gitmeyen birşeylerin olup olmadığını soruyor; yolunda tabii ama senden uzakta herşey.Keşke keşke.... ile başlayanları söyleyemiyorum sana, senin bana yıllar önce ağlayarak söylediklerini. Şimdi dize geldim diyemiyorum sana annem. Senin lafına geldim;olmuyor sensiz, sizsiz; diyemiyorum. DAha fazla üzülmeni istemiyorum. Seni çok ama çok seviyorum, çok ama çok özlüyorum; diyemiyorum. Sıkıştırılmış zamanda yaşadıklarımızı yaya yaya yaşıyalım istiyorum ama geç, çok geç. Bugün dolapları düzeltirken bu ne dağınıklık diye payladın beni. Göz ucuyla bakıp güldüm sana. Kırıldım sandın; kırılmıyorsun değil mi bana dedin. Keşke hep burada olsan da paylasan beni, dedim; gözucumda yaşla. İkimizde de buruk bir gülümseme.

Gurbet , içine sığdırdığım memleket, annem, babam, abim, halam, anneannem ve diğerleriyle koca bir yük bende, yüreğimde . Başlarda özgürlük duygusunun verdiği yalancı mutluluk bana çığ gibi hergün büyüyerek artan özlem duygusuyla üstüme koşuyor. Çoğu zaman bununla başeden yüreğim, her gelip gitmeler sonrasında başaşağı çakılıp kalıyor. Bugün de o günlerden biri.

" Gurbet içimde bir ok
Herşey bana yabancı
Hayat öyle bir han ki
Acı içimde hancı
................ " ( Söz: Şennur Sezer
Müzik: Teoman Alpay )


2 Ocak 2010 Cumartesi

2010' A AZ KALA OLANLAR

Yılbaşından iki gün önce eşim tutturdu aşure yapalım diye.Yapalım dediğine bakmayın, yapacak olan benim tabii ki. Ama ben hiç aşure yapmadım deyince alt dudağı olduğu gibi düştü; kıyamadım ben de. Hemen interneti açtım buldum bir tarif. Öyle gramlarla olan tarifleri hiç anlamam ben; bardak usulü bir tarif gözkırptı birden. Bir gün öncesinden kabartmaya yatırdım buğday,nohut ve fasulyeyi. Tarif o kadar kolay ve kısa ki. Dedim ki içimden " bugün aşure yaptım öldüm bittim derler, bu kadar kolay birşey için mi canım ! ". Yaaaa büyük laf söylemek değil bana büyük lafları düşünmek dahi yaramıyor. Başta herşey yolunda giderken şekeri katınca biraz sulu oldu korkusuyla ben pirinçleri kabartmadan kat içine, olsun o pirinçler kıtır kıtır. Siz deyin 7 ben diyeyim 10 saat kaynadı o aşure. Bittim, öldüm öldüm dirildim ! Midem bulandı şeker kokusundan. Bir tabak bile yiyemedim aşureden. Bana bu eziyeti yaşatan eşim beğendi beğenmesine tabii ama bu şartlarda beğenmeme gibi bir alternatifi de yoktu doğrusu.

yılbaşı derseniz ; geçen sene şeytanın ayağını kırmakla birlikte artık biz de yılbaşı kutlar olduk. İzmir'den gelen ailem ve kayınvalidemin katılımıyla yenilen hoş bir yemek sonrası birbirinden berbat programları zap yapa yapa saat 12 yi ettik. Birbirimize sarılıp kutlama ve güzel temennilerden sonra dışarıda bol miktarda havayi fişek gösterisi yapıldı. Bu görsel şölenin tadını bilmekten uzak balkızın ağlamakla karışık tepinmesiyle uykusunun geldiği anlaşıldı ve yataklara yatıldı. Odadan çıktığımda saat 1 e geliyordu ve herkes yatmıştı. Bir yıl da böylelikle sona erdi. Geçen yılbaşı daha dün gibi. Belli bir yaştan sonra yıllar gözkırpma hızıyla geçip gidiyor. Daha iyi ve umutlu, huzurlu, sağlıklı ,bereketli bir yıl temennisi ile uykuya daldım.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...