Uzun zamandır bu kadar erken çıkmamıştım Beyoğlu sokaklarına. Her saatini bilirim de en çok sabahlarını severim ben buranın. Yadırgamadan uzak, umarsız kabullenir herkesi , katar içine. Yeter ki sen iste, itme ve de korkma .
Çoğu kepenkler kapalı, sessizlik hakimdi caddenin tümüne. Sıraselviler girişindeki işlerimi hallettikten sonra aşağı Cihangir'e doğru yürümeye başladım. Savoy Pastanesi' ne geldim. Bir zamanlar sıkça yapılan kahvatılar , her hafta alınan kepekli kurabiyeler aklıma geldi, gülümsedim. Bu caddeye her gelişimde yüreğim sıcacık olur ve kalbim bir başka atar.
Cihangir zaman içinde çok değişti ve ben bu değişikliğe bizzat tanık olmuş kişilerden biriyim, şanslıyım.
Savoy'un karşısındaki bankanın yanındaki çıkmaz sokağın bitimindeki eve geldiğimde yıl 96' ydı. Küçük, tek katlı mavi boyalı o ev benim 2000 den sonra İstanbul'da sürecek yaşantımın ilk temellerini atmaktaydı . Bahçe kapısından içeri girdiğimde bir anda yanımda biten azman köpeğin hızı, ağzının göbeğime çarpmasıyla durmuş; ayaklarımı hiç hissetmeyen bedenim ve durmaya yakın kalbimle bu Doxy ile ilk tanışmam olmuştu. Şimdi o sokak, bir kafeye ait hınca hınç doldurulmuş masalardan ibaret. O yıllarda aynı sokakta bir iki basamakla inilen küçük bir kahvehane vardı ve Cihangir plato olmaktan uzak havasıyla daha samimi ve sakindi. O ev bir grup müzisyenin hem ev, hem dershane hem de prova yaptıkları bir mabeddi. Bu provalara evde yapılan çaylar yetmeyince bahsettiğim o küçük kahvehaneden çaylar yağardı , günışığına kadar süren prova ve ona eşlik eden sohbetlere. Hümeyra' nın en son kasetinin tüm provaları, Ajda'nın 98 yılında çıkarttığı kaset kaydının alt yapıları, Yeni Türkü'nün prova ve toplantıları, daha neler neler... Şimdi popstar olmuş o zamanın yeni yetmeleri hep o evden geçti, palazlandı. Provalara öğrenciler yağardı workshop niyetiyle. Müzik aleminin hocaları , üstadları evin müdavimlerindendi. O küçük tek katlı mavi boyalı evde oluştu Bilgi Üniversitesi'nin Caz Bölümü fikri. Ve hayata geçtiğinde Bölümün kadrosunu oluşturan o hocalar harikalar yarattı.
Ben her Savoy'a geldiğimde oturur, o çıkmaz sokağa karşıdan bakarım, sadece bakar anılara dalarım. Bunca yıl ,çıkmaz sokağa girip küçük tek katlı mavi ev hala orada durur mu diye bakmadım, bakamadım, bakamam. O evi İstanbul'da yaşamaya başladığım 2000 yılında kapattı(k). Başka bir evde başka bir hayata merhaba dedik; ondan sonra gelecek hayatları bilmeden...
Hayatımda kalıcı izler bırakan kişiler ve yerler oldukları yerde donsunlar isterim. Değişimleri acıtır, kanatır ruhumu ; zor kabullenirim. Hayatta hiçbir şeyden korkmadım onları aynı yerde göremeyecek olmaktan başka.
Hayal etmek güzel ve oldukça basit. Geçen günler ve değişimlere rağmen yaşanılanlar, hatıralarda kalanlara dokunmadan yeni anlamlarla bendeki yerlerini hep koruyacaklar.
18 Kasım 2012 Pazar
13 Ağustos 2012 Pazartesi
KÜL KEDİSİ
Önlüğü yenilenmiş , ütüsü yapılıp asılmıştı yeni yıl için. Ama annesinin istenmeyen gebeliğe son vermek adına yaptıkları bebekle birlikte canının da mal olmasına yol açmıştı. Kalakalmıştı bir baba ve küçük kardeşle başbaşa. Önlük asılı olduğu yerde kalmış üzerine giymek kısmet olmamıştı. Henüz o da küçük bir çocuktu. Evin ve ufak kardeşinin abladan dönme annesi olma çabaları yetmemiş, çaresiz kalan babası bir süre sonra yeni bir kadınla evlenmek zorunda kalmıştı. Küçük kız hem kardeşine hem de yeni gelen gelinin hemen hamile kalmasıyla doğan bebeğine bakıcılık yapmaya başlamış, üvey annenin en ufak bir durumda dudak bükmesine yol açmamak adına her şeyi yapar olmuştu. "Hayır" ı olmayan bir çocukluk ve genç kızlık günleri evleneceği dominant bir erkekle bütünleşerek hayatını kaplamıştı... Külkedisinin mutlu sonu onun hayatında hiç gerçekleşmeyen beklentisiz bir uzay boşluğuydu.
Çocukluğumun büyük bir parçası, yüreğimin köşesi gül kokulu anneannemin kimseye "hayır" diyemediği ,tevekkül ettiği ve sürekli gülümseyerek baktığı hayatı sona erdi. Onla birlikte geçirdiğim tüm zamanların üzerimde yarattığı etkileri beni takip edecek ; ondan öğrendiğim sabır, şükür ve hamd etmenin yarattığı huzur ile yola devam edeceğim.
9 Haziran 2012 Cumartesi
Bu aralar çok dalgınım. Arabayla giderken bir köprünün altında durduğumda kendime geldim ve nerde olduğumu bilemedim. Sanki orada uyanmış, ya da biri tarafından oraya konulmuştum. Bu akşam ise yemek masasında bardağıma yeniden meyve suyu doldurmak istediğimi düşünüp, masanın karşı çaprazında bulunan şişeye baktığımı hatırlıyorum . Daha sonra ise bardağın dolu olduğunu gördüm. Hangi ara o bardağı doldurduğumu asla hatırlamıyorum. Kayıt hiç yok ,tertemiz . Bu aralar çok dalgınım ve bundan korkuyorum. Sarfedildiği söylenen diyologları hiç hatırlamıyorum, kulağım o kelimeleri sezmiyor bile . Sanki kayda basılmayı unutulan teybin boş kasedi gibiyim. Kafam kendi düşüncelerim , replik ve düpliğini kendi oluşturduğum cümlelerle dopdolu ancak dış aleme kapalı. Ne korkunç bir durum kendinden şüphe etme . Dedim , demedim; dedin, demedin.. Sürmenaj bu olmalı. Bu beyni dinlendirmeli. Buradan gitmeli. Gökyüzüne uçup süzülmeli. Balık olup diplere inmeli. Sessizliğin sesini dinlemeli. Güneşe yüz vermeli. Toprağa ayak basmalı. Yollara vurmalı. Bilmediğin yerlerde durmalı. Kendi adımı unutmadan sevdiğim herşeyi tekrar tekrar kucaklamalı.
27 Mayıs 2012 Pazar
NORMAL
Konservatuvarın yıl sonu konserlerini kaçırmazdık babamla, özellikle de şan gecelerini. O yıl ki konserde sahnede fazlasıyla yer alan kişi , bas bariton olağanüstü sesi ,değişik fiziği ve vücut diliyle diğerlerinden çok farklıydı. Aryası bittiğinde verdiği selam , yüz ifadesi ve yürüyüşüyle izleyenlerin hafif gülümsemelerine sebep oluyor ama hayranlık daha ağır basıyordu. Yıl sonunda özel şan dersleri için konservatuvara gidildiğinde master öğrencilerinin en iyisi olan bu kişiden ders almaya başladım. Ben kendisine .... ağabeyi diye hitap ettiğimde etraftaki gülüşmelere ve kol dürtmelerine şahit oluyor anlam veremiyordum; anlam verebilecek ne yaşa ne de tecrübeye sahiptim. Bir gün ders sonunda kapı çalındı ve içeri giren kişi kulağına bir şeyler fısıldadı. O anda elektrik çarpmışa dönen ve ne yapacağını bilemeyen ....... ağabeyi buz kesmişe döndü. Gözleri doldu ve ellerimi tuttu. Geldi dedi. Kim? dedim. O dedi. O kim diyen gözlerimi tek aşkım diyerek yanıtladı. Hadi dışarı birlikte çıkalım , onu tek başıma görmeye hazır değilim dedi. Çıktık. Bir grup kalabalık öğrenci içerisinde kızların hangisi olabileceğini düşünürken beyaz tenli çok yakışıklı birini gösterince birden yer ayağımdan kayar gibi oldu. Başım döndü ama sanırım belli etmedim. Çünkü o benden daha bedbaht bir durumda , yüzü bembeyaz olmuş bayılmak üzereydi. Aşkının hikayesini anlatmaya başladı; karşılıksız tamamen platonikti. Bir süre sonra derse girdiğimizde bu kez ona hitap edilmiş şiir defterini çıkarttı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Bu durumun , yani eşcinsel olduğunun kendini bildiğinden beri var olduğunu ve ailesinin de onu böyle kabul edip sevildiğini anlattı. O zaman anlamıştım manalı gülüşlerin, imaların sebebini. İlerleyen zamanlarda ailesinin İzmir'in en iyi ve tanınmış ailelerinden olduğunu ve gerçekten de onu olduğu gibi ve çok sevdiklerine tanık oldum. Bu sevgi ve kabullenilme ona iyi bir kariyer sağlamanın ötesinde başarının da kapılarını açmıştı. Birçok uluslararası festivalde onlarca ödül ve Türkiye'nin köklü geçmişi olan bir devlet operasında solist sanatçı olma ve hala devam etme şansını sağladı. Başarılarına başarı katmaya devam ediyor.
Tüm bunları hatırıma getiren şey geçenlerde duruşma sırasını beklerken bir transseksüelin sanık sıfatıyla duruşmaya çıkması oldu. Polis tarafından arabada oral seks yaparken yakalanmıştı. Daha önce de aynı suçtan dolayı cezası ertelenmiş bu sefer her iki suçun cezası birleşerek hapis cezasına hükmedilecekti. Sonuç farklı olsa dahi çıkışta yapacağı iş yine fahişelik olacaktı. Başka şansı ve alternatifi yoktu. Acaba içindeki kadınlığı hissettiğinde ailesinin verdiği tepki ve müeyyidesi ne olmuştu? Bir çokları gibi dışarıda hayat aramalarına sebep ilk itelenmeyi ailede yaşamaları... Kabullenmek kolay değil, kolay olmasa gerek. Bunun doğuştan kaynaklanan bir sebep olduğunu düşünen, bilen ailelerin sayısı çok ama çok az. Onları diğer çocuklarından farklı , anormal hatta engelli görmeyen aileler çocuklarına sevgi ve güvenle toplum içindeki yerlerini sağlamlaştırma konusunda ilk temeli oluşturuyor. Önyargısı kuvvetli bir toplumda yer almaları kolay olmasa da başları dik durabiliyorlar. Örnekleri var; az da olsa.
Bu uğurda aile mahkemesinde mahkumiyet alan ve cezasını canıyla ödeyenlerin sayısı oldukça çok. Kadın cinayetleriyle, eşcinsel cinayetlerini "NAMUS" adı altına alan ve haklılığını bu iki hecelik kelimeye sığdıran zihniyetin mahkumiyeti hangi yasa maddesi ve hangi müeyyide altına alınırsa alınsın sonu gelmeyecek bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkenin başbakanının kadının yasa ile çerçevelenmiş kürtaj hakkını "cinayet" olarak nitelendirmesinin altında NAMUS kavramının kalp ve beyinden çıkıp , bel altına alınmış hali yok mu? Sizce? ....
Tüm bunları hatırıma getiren şey geçenlerde duruşma sırasını beklerken bir transseksüelin sanık sıfatıyla duruşmaya çıkması oldu. Polis tarafından arabada oral seks yaparken yakalanmıştı. Daha önce de aynı suçtan dolayı cezası ertelenmiş bu sefer her iki suçun cezası birleşerek hapis cezasına hükmedilecekti. Sonuç farklı olsa dahi çıkışta yapacağı iş yine fahişelik olacaktı. Başka şansı ve alternatifi yoktu. Acaba içindeki kadınlığı hissettiğinde ailesinin verdiği tepki ve müeyyidesi ne olmuştu? Bir çokları gibi dışarıda hayat aramalarına sebep ilk itelenmeyi ailede yaşamaları... Kabullenmek kolay değil, kolay olmasa gerek. Bunun doğuştan kaynaklanan bir sebep olduğunu düşünen, bilen ailelerin sayısı çok ama çok az. Onları diğer çocuklarından farklı , anormal hatta engelli görmeyen aileler çocuklarına sevgi ve güvenle toplum içindeki yerlerini sağlamlaştırma konusunda ilk temeli oluşturuyor. Önyargısı kuvvetli bir toplumda yer almaları kolay olmasa da başları dik durabiliyorlar. Örnekleri var; az da olsa.
Bu uğurda aile mahkemesinde mahkumiyet alan ve cezasını canıyla ödeyenlerin sayısı oldukça çok. Kadın cinayetleriyle, eşcinsel cinayetlerini "NAMUS" adı altına alan ve haklılığını bu iki hecelik kelimeye sığdıran zihniyetin mahkumiyeti hangi yasa maddesi ve hangi müeyyide altına alınırsa alınsın sonu gelmeyecek bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkenin başbakanının kadının yasa ile çerçevelenmiş kürtaj hakkını "cinayet" olarak nitelendirmesinin altında NAMUS kavramının kalp ve beyinden çıkıp , bel altına alınmış hali yok mu? Sizce? ....
13 Mayıs 2012 Pazar
CANİÇİM
Bayram sabahında yaşanır hüznün sevinci silişi
Gidenler dönmüyor annem
Ağlama caniçim
Hiç bir şey aynı kalmaz demedin mi
Dinle sen,seni
Soldurma gül yüzünü annem
Ağlama caniçim
Ağlama
Ağlama sen
Ağlama
Ağlama
Bak anne sen hep aynı gözle
Bak anne sen hep aynı yüzle
Kalıversen hep aynı izle
Sarıversen hep aynı güçle
Annem
( Şarkı Sözüdür )
11 Mayıs 2012 Cuma
5 Mayıs 2012 Cumartesi
HIDIRELLEZ
Alacağımı bile bile bir ay öncesinden başlardım o gece için izne ; aman bir aksilik olmasındı. On iki yaşımdan geceleri tek başıma dışarı çıkma zamanı gelene kadar bu süreç hep böyle geçti. Yılda bir gelen özgürlüktü Hıdırellez benim için. Okuldan heyecanla gelir bazen eve bile uğramadan Aşiyan' ların bahçesi, biz çocukların tek mabedi bahçede bizden büyüklerin katkısıyla ödevler bitirilir uslu çocuk edasının etiket gibi asılı yüz ifadesiyle eve yönelinirdi.
Akşam üzeri başlardı bir hareket. Erkek çocukları yanacak ateşler için çalı çırpı toplama işine koşardı. Akşama doğru tüm hazırlıklar biterdi. Büyükler bahçedeki gül fidelerinin altlarını çakıl taşları ve kağıtlara yazdıkları dileklerle doldurmuş bozmamamız için tembihler edilmişti. Babam eve geldiğinde ve sofraya oturulduğunda başlardı kalbim çarpmaya. Hiç izin vermediği olmamıştı ama ben bir ilki yaşamaktan korkardım her nedense. Bu izinlerin aslında en büyük garantisi ağabeyimin varlığı ona duyulan sonsuz güvendi.
Alınan izinle birlikte önce birinci katta oturan Deniz' e uğrar sonra yan blokta oturan Zehra alınır bahçeye koşulurdu. Sitenin tüm çocukları teker teker bahçeye akardı. Yaklaşık yirmi, diğer yerlerden gelen çocuklarla bu sayı elliye kadar çıkardı. Kendi yaktığımız ateşten tutulan dileklerle defalarca atlardık. Ateş söndükten sonra alt ve üst mahallere geçerdik.Gece gece sınırlarımızı aşmaya (!) bayılırdık. Bakışmadan ibaret aşklarımızı gündüzden öte görebilmek yılda bir gelen düşün gerçeğe dönüşüydü.
Gece yarısı bahçeye döndüğümüzde Yalçın Amcamız akordeonu ile kendi balkonundan canlı konser verirdi yüzünde her daim muzip çocuk edasıyla. Bizler bahçede, büyükler balkonlarında alkışa tutardık her şarkı sonrasını. Hemen onun yanındaki balkondan Yücel Amca yaylı tamburunu ya da darbukasını çıkardı mı bilirdik ki bu konser saatlerce sürecek ve bizim özgürlüğümüze de uzatma sağlayacaktı.
Böyle geçti Hıdrellez geceleri yıllarca hiç sektirmeden aynı heyecan,coşku ve mutlulukla. Bizler , bizden öncekilerden gördüklerimizi devam ettirdik, yine hep birlikte bir nesil el ele . Aşiyan çocukları hep birlikte büyüdü ve bizden sonra da o günleri devam ettirecek kimse kalmadı.
Şimdi ben her hıdrellez o günlerin coşkusunu içimde taşır , anıların sularında yüzer ve el sallarım geçmişe.
27 Nisan 2012 Cuma
İLK MÜRÜVVET
Bayramlar hep mutlu etmiştir beni. Ama bu bayram başkaydı, kızım ilk kez sahneye çıkacak kelebek olacaktı. Heyecanımın yanında endişelerim de vardı. Çünkü Balkız çok alkıştan, fazla tezahürattan hoşlanmaz, bizim gösterdiğimiz coşkudan rahatsızlık duyar bazen bulunduğu ortamı terkederek tepki gösterirdi. Ya bizi gördüğünde sahneyi terkederse? Aklımda hep bu ihtimal vardı. Akşamdan hazırladım kıyafetlerini yanyana dizdim ; ben ondan heyecanlı ve telaşe. Sabah herkes uyurken sofrayı kurdum ama kursağımda bir yumruk ; ya sahneyi terkederse? Elimi kafamdaki düşünceleri kovmaya yarayacakmış gibi sağa sola salladım ve çocukluğumdan beri her bayram " bugün bayram erken kalkın çocuklar..." şarkısını yine çenem titreye titreye söyledim. Nedense ben her bayram böyle duygusallaşır gözyaşı israfına sebep olurum. Çoğu duygusal durumlarda domuz duyarsızlığına bürünebilen biri için bu durum beni gerçekten sarsar ,şaşırtır ama değişmez. Bayramlar hep duygusal ve özeldir bana.
Balkız da o sabah her zamankinden enerjik ve mutlu uyandı. Kahvaltı sonrası evden çıkarken Baba ile gözgöze geldik ; onda da bir sıkıntı..
Sahnenin tam karşısında arkalara doğru yer bulduk . Önce Şehit'ler için saygı duruşu ardından İstiklal Marşı . Büyük kısmını söyleyemedim dudaklarımı büzmekten ve gözyaşlarımı silmekten . İyi ki hep böyle bir kadın olmadığımı düşündüm, ne sıkıcı olurdu(m) . Akabinde minikler anons edildi ve Balkız sahnede ! Sadece tek bir gösteri beklerken Balkız başka bir grupla şiir okuyor hem de yüzünde çok ciddi ve kendinden emin bir ifade ile. Ardından da kelebek gösterisinde . Şoktan kurtulamadan gösterisi bitti. Endişelerimiz yerini bulmadı. Balkız sahneyi terketmenin ötesinde kendisinden daha büyük sınıfın gösterisini kurtarmıştı; hastalandığından gelemeyen çocuğun yerine geçip şiirini ezberleyerek . Müthiş bir iş başarmıştı .
Gösteri sonrası o sınıfın öğretmeni önce Balkız'a sonrasında da bize teşekkür etti.
Ben o gün hep ağladım ve müthiş sıkıcıydım. Ama Balkız hem gösterisi hem de kendi başarısı için gözyaşı döken annesinin bu kulak memesi yumuşaklığı ve ıslaklığı için çok ama çok mutluydu.
Bir ilki yaşamıştık ailece ve kısacası hepimiz mutluyduk. Balkız bizim tahminimizin de ötesinde büyümüştü. Evde bize çetirdiklerinin adı "şımarıklık" , bizim o gün yaşadıklarımıza ise aile büyüklerinin vermiş oldukları ad " ilk mürüvvet" olarak adlandırılıp kayıtlara geçti.
30 Mart 2012 Cuma
YOK HÜKMÜNDE "KADIN"
Kadın'ı dar kalıplara sokan baskıcı bakış açısını kırsal kentlerle sınırlamak ne kadar yanlış! Feodal erkek bakışı okuyup meslek sahibi olmakla da aşılamıyor, bu bir gerçek!
Geçen ay Meclisten çıkan ve kadını korumaya yönelik yasa paketinin ne kadar ciddiye alınması gerektiği gerçeği OKUMUŞ-OKUMAMIŞ-MESLEK SAHİBİ-MESLEK SAHİBİ DEĞİL tüm kadınları çok ama çok ilgilendiriyor.
22 Şubat 2012 Çarşamba
NE VAR NE YOK
Bu aralar yazı yazmakta zorluk çekiyorum. Aklıma gelenleri kaleme almazsam 5 sn sonra kendi kendini imha ediyor ve ben boş sayfaya doğru kendimi bakar buluyorum. Yazı yazma dürtüme bir engel de her türlüsü denenip deneme sonucu çıldırıp en iyisi olduğunda karar kılınan, bu seferde baz istasyonlarının fazla olmadığı bir yerde konuşlanmam sebebiyle vuslata erememem. Şimdi de cuka cuka cuuuuukkkk diye bağıran bir miki fare beynimi yediği için zorlanıyorum ama yazacağım, yok yok yazacağım fena inat ettim.
Görüşmeyeli ne var ne yok derseniz , iki yıldır bizimle birlikte yaşayan , bana kardeş kızıma abla olan Hati gitti. Ağlaya ağlaya içi dışına çıktı bende ise hiç. Bu kadar mı taş oldum sorusunu es geçtim, ben duygusal sömürü teşkil edecek her durumda domuza dönüşme becerisine sahibim. Sanırım bu bir mesleki defo olarak kişiliğime yer etmiş durumda. İyi mi? ehhh ne diyeyim elle gelen düğün bayram demişler. Çok dağıttım konuyu hemen toparlıyorum. Üzüldüm tabii canım, dıştan taş gibi görünsemde içte gastritim artmış , artmakla kalmamış tavan yapmış durumda köpürüyor. Bundan dört sene önce terkedildiğimizde durum daha vahimdi . Ben bir günde ofisimle birlikte yürütmekte olduğum iki büyük firmaya el sallayarak kızımı ayağımda uyuturken bulmuştum kendimi. Yalnızlık zor çok zor gurbette. Çalacağın kapıların koşullarının uygun olmaması seni senle başbaşa bırakıyor. Oysa bekarken şu anlattığım çocuk ,kreş, bakıcı ve benzeri her tür durumlar bana ne sıkıcı ve basit gelirdi...Alışacağız boşluğuna Hati'nin çaresiz.
Veeeee "Bir mucize olan hamilelik kırk hafta sürer
Bebekler kırkıçıkarılmadan evden çıkarılmaz
Adam olmak için kırk fırın ekmek yemek gerekir
Birşeyi kırk kere söylersen gerçek olur
Hamamda yıkanan kişilere mis gibi kırklanmışsın denir
Canımız birşeyi istemediğinde kırk dereden su getiririz ve daha neler neler, kırk iyidir ! :) " diye bir mesaj kırk yaşımı kutlayanlar arasında en çok hoşuma giden mesajların başındaydı. Evet 40 oldum ! Otuzlu yaşlarda bile kendimi bu kadar genç ve güzel hissetmemiştim.Yok bu öyle kendini beğenmeden öte bir duygu ; daha çok benimseme, özümseme, kabullenme ve farklı bir tür huzur.
Evet 40 'ım ama sanırım ben kırkta kalıp çöreklenmek istiyorum ; on yıl sonra 41,5 olabilirim :))
En güzel hediye ise Balkız'ımın elleriyle yaptığı resim ve çantaydı. Ondan aldığım ilk hediye. Ama henüz bilmiyor ki , o benim yaşam hediyem!!!
Görüşmeyeli ne var ne yok derseniz , iki yıldır bizimle birlikte yaşayan , bana kardeş kızıma abla olan Hati gitti. Ağlaya ağlaya içi dışına çıktı bende ise hiç. Bu kadar mı taş oldum sorusunu es geçtim, ben duygusal sömürü teşkil edecek her durumda domuza dönüşme becerisine sahibim. Sanırım bu bir mesleki defo olarak kişiliğime yer etmiş durumda. İyi mi? ehhh ne diyeyim elle gelen düğün bayram demişler. Çok dağıttım konuyu hemen toparlıyorum. Üzüldüm tabii canım, dıştan taş gibi görünsemde içte gastritim artmış , artmakla kalmamış tavan yapmış durumda köpürüyor. Bundan dört sene önce terkedildiğimizde durum daha vahimdi . Ben bir günde ofisimle birlikte yürütmekte olduğum iki büyük firmaya el sallayarak kızımı ayağımda uyuturken bulmuştum kendimi. Yalnızlık zor çok zor gurbette. Çalacağın kapıların koşullarının uygun olmaması seni senle başbaşa bırakıyor. Oysa bekarken şu anlattığım çocuk ,kreş, bakıcı ve benzeri her tür durumlar bana ne sıkıcı ve basit gelirdi...Alışacağız boşluğuna Hati'nin çaresiz.
Veeeee "Bir mucize olan hamilelik kırk hafta sürer
Bebekler kırkıçıkarılmadan evden çıkarılmaz
Adam olmak için kırk fırın ekmek yemek gerekir
Birşeyi kırk kere söylersen gerçek olur
Hamamda yıkanan kişilere mis gibi kırklanmışsın denir
Canımız birşeyi istemediğinde kırk dereden su getiririz ve daha neler neler, kırk iyidir ! :) " diye bir mesaj kırk yaşımı kutlayanlar arasında en çok hoşuma giden mesajların başındaydı. Evet 40 oldum ! Otuzlu yaşlarda bile kendimi bu kadar genç ve güzel hissetmemiştim.Yok bu öyle kendini beğenmeden öte bir duygu ; daha çok benimseme, özümseme, kabullenme ve farklı bir tür huzur.
Evet 40 'ım ama sanırım ben kırkta kalıp çöreklenmek istiyorum ; on yıl sonra 41,5 olabilirim :))
En güzel hediye ise Balkız'ımın elleriyle yaptığı resim ve çantaydı. Ondan aldığım ilk hediye. Ama henüz bilmiyor ki , o benim yaşam hediyem!!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)