30 Haziran 2010 Çarşamba

GERÇEK


BİRDEN GELSEN

APANSIZ, ANİDEN.

SIZSAN YAĞMUR GİBİ PENCEREMDEN

YÜRÜSEN ODALARDA

SOLUĞUN DOLAŞSA ISLAK, NEMLİ

ÜZERİMDE..





VE BEN ŞAŞIRSAM.. SEVİNSEM..

SEN MAĞRUR,GÜÇLÜ

SARSAN KOLLARINLA ÇINAR.

GÖVDENDE,TENİNDE BÜYÜSEM SARMAŞIK.

SONRA ÇİÇEK AÇSAM RENK RENK

KOPARMASAN, BÜYÜSEM.

SOLMASAM.





HEP VAR OLSAN, GERÇEK !

DÜŞ ,YARINLAR İÇİN.

BUGÜN SADECE GERÇEK.








ZÜHRE



29 Haziran 2010 Salı

OPERA ŞEHRE İNDİ VE CAZZZZZZZZZ GELDİ !




Programımın yoğunluğu kaleme aldığım yazıları tamamlamama engel oldu. Evet Opera şehre çoktan indi. Her zaman ümit ettiğim ama taşın altına elini kim koyar diye de merak ettiğim bir opera festivali başladı. İşin maddi boyutunu üstlenen yani taşın altına elini koyan Deniz Bank oldu. Ne de iyi oldu ! Kültür ve Turizm Bakanlığı , İstanbul Valiliği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin desteği de bulunmakta. Katkıda bulunan tüm kurumlara teşekkür eder ayakta alkışlarım.

Festival dört hafta sürecek. Programına baktığımda G.Rossini'nin Sevil Berberi, Mozart'ın Saraydan Kız Kaçırma, Verdi' nin Aida' sının dışında operaların programlarında görmeye alışkın olmadığımız operalar mevcut. İçlerinde bana en ilginç gelen ve çok merak ettiğim Ludger Vollmer' in müzikleriyle operaya uyarlanan Fatih Akın'ın yazıp yönettiği " Duvara Karşı " sinema yapıtı.

Gösterim yerlerinin tarihi yapısının prodüksiyonlar için ayrı bir enerji yaratacağı düşüncesindeyim. Saraydan Kız Kaçırma ' nın Yıldız Sarayı'nda sergilenecek olması benim için ayrı bir heyecan yaratacak.

Festivale sekiz farklı opera prodüksiyonu yer alacak. Ankara, İzmir, İstanbul, Antalya ve Samsun Devlet Opera ve Balesi'nin yanı sıra Berlin ve Bremen Operaları da konuk topluluk olarak yer alacaklar. Benim sonraki yıllar için ümidim la Scala ve Metropolitan Oreları'nın gelecek olması. Düşüncesi bile yüreğimi sıkıştırmaya yetiyor.

Bu arada 17. Uluslararası İstanbul Caz Festivali'de başladı. 1-20 Temmuz arası sürecek festival programı her sene olduğu gibi bu sene de MÜKEMMEL ! Kimler yok ki ! İsteyen detaylı programa bakar tabii ama ben en sevdiklerimi bir çırpıda sıralayacağım : Chick Korea, Tony Bennet , Seal, Stanly Clarke..... Tünel Şenliği, Caz Vapuru, Genç Caz Konserleri, Sokak Konserleri ... kısacası bu sene CAZ HER YERDE OLACAK ! Ben opera ve caz tutkunu olarak çok ve çooooooook heyecanlıyım arkadaşlar !

Herkese notların eşliğinde hiç bitmeyecek melodiler dilerim !




25 Haziran 2010 Cuma

HİÇ




Öptüğüm başka bir dudaktaydın dün

Hafifçe göz kırptın, burdayım.

İnanmadım ,o dudakta sen !

Ben hala sen ..




Sevdiğim , sende ben!

Ben seni hiç sevmedim.

Sevmedim, bendeki seni.

Bendeki yokluğun,soğukluğun

Bendeki izsizliğin,solukluğun

HİÇ, hiç sevmedim.




Sevdiğim, sende ben!

Sendeki cesaretim,başıboşluğum

Sendeki göze aldığım,sıcaklığım

Sendeki kanatlarım,uçuşlarım,hayallerim.

Ben seni HİÇ sevmedim

HİÇ, hiç sevmedim.








ZÜHRE

23 Haziran 2010 Çarşamba



Adresi yanlış yerde arayanlar hergün kalkan tabutların ardından bakıp pusulalarını değiştirmeleri gerektiğini öğrenmişler midir ? Zaman gösterecek.

Cumhuriyetine, bayrağına sahip çıkan, çıkmaya çalışan vatan evlatlarını elleriyle tabuta koyanlar bu kanın kirlettiği ellerle nereye dokunsalar kirletecek, lekeleyecekler. Temizlenmesi için çok süre gerekse de denesinler. Adresin doğru yere varması tek dileğimiz, tek çözümümüz, tek kurtuluşumuzdur.

Tüm şehitlerimizin ruhu şad , mekanları cennet olsun !

ÖDÜL


Sevgili PUZZLE ve BEKDİK bloğumu The Trendy blog ödülü ile ödüllendirmiş. Bloğunu açmayı başaramadığım sevgili Didem de sanırım aynı ödülü göndermiş bana. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ederim.
Trendy Blog Ödülü'nün yerine getirilmesi gereken kuralları var :
1- Bloğunuzda ödülle ilgili post hazırlamak (Size ödülü veren kişiye teşekkür etmek )
2- Postunuzda bu ödüle uygun bulduğunuz 10 blog arkadaşınızı belirtmek.
3- Postunuzda ödülün logosunu yayınlamak ( Trendy Tree House URL Linki vererek )
4- Ödülü verdiğiniz 10 blogcuya, aynı kurallarla kendi seçecekleri 10 blogcuya haber vermelerini sağlayacaksınız.
Ama döndüm dolaştım, baktım seçtiğim arkadaşlarımın çok büyük bir çoğunluğu başka blog arkadaşlardan bu ödüle sahip olmuş. Ben teker teker yazmak yerine beni okuyan tüm blog arkadaşlarıma bu ödülü gönderiyor, hepsine teşekkür ediyorum.
Sevgilerimle !

14 Haziran 2010 Pazartesi

BİR KADIN- BİR ERKEK


Kadının gözleri yerde dudakları titriyordu.Erkek ise kadının küçücük ellerini sıkıca tutmuş ısrarlı gözlerle ona bakıyordu. "Mümkün değil, "olması mümkün değil" dedi usulca kadın. Erkek "Olacak ! Ben olduracağım" dedi inanç ve aşkla.

Kadın İzmir'in Kadıfekale semtinde doğmuş , 13 yaşına bastığında imam olan babası onu zengin bir paşazadeye gelin etmişti İstanbul'a. Zengindi zenginliğine ya ama koca dayağı yanında bir de kayınvalideden dayak yemek çok ağrına gidiyordu. Üst üste iki oğlan çocuğu doğurmuş olmasına rağmen gördüğü eziyet karşısında bir gün iki çocuğunu da alıp baba evine dönemeyeceğini de bildiğinden çekip çıkmıştı evinden. İlk zamanlar yerini gizli tutmak için neredeyse kaçak yaşar olmuştu. Paşazede gittiği tüm yerleri bulmuş, önce eziyet, eziyete boyun eğmeyen karısını bu sefer tatlı konuşarak ikna etmeye çabalamış ama sonucun değişmeyeceğine ikna olunca da nikahını vermek için fazla direnmeye gerek duymamıştı. Onu bu mücadeleden alıkoyan en büyük sebep analarına koz olarak kullanmayı düşündüğü iki oğlunun da babalarıyla kalmak istemeyişi olmuştu.

Kadın , bir komşusu vasıtasıyla Karaköy'de büyük bir şirkette çalışmaya başlamış kendisinin ve çocuklarının nafakasını çıkarır olmuştu. Mutluydu; en önemlisi çocuklarıyla huzurlu bir evi ve dünyası vardı. Hemen herkesle rahatça iletişim kurar, tatlı diliyle çözümsüz gibi görünen tüm hususları kolayca yoluna sokardı. Şirketteki ilk yıl tahmin ettiğinden de kolay ve güzel geçmişti.

Erkek çok genç olmasına rağmen iri cüssesi ve ciddi tavrı sebebiyle yaşından oldukça büyük görünüyordu. Bolu'dan İstanbul'a çok küçük yaşlarda gelmiş , okuyamamış, kendini bildi bileli de Beyoğlu'ndaki çeşitli restaurantlarda her türlü işi hiç yüksünmeden yapmasıyla yarına hazırlanıyordu. Yarınları için büyük umutları vardı. Kah garsonluk,kah aşçı yamaklığı; bu sefer ise çalıştığı restaurantın şirketlere yemek servisliğini yerine getiriyordu.

Karaköy'deki şirkete yemek siparişlerini götürürken o zamana kadar hiç görmediği belki de fark etmediği kadını gördü. Gözleri takıldı. Kadının yüzünde huzurlu ve kendinden emin tavır, dudaklarında asılı kalan gülümsemesiyle baktığı evraklarda sanki dünyanın en güzel işini yapıyordu. Kimdi bu kadın ? Kafasında kısa bir duraksamadan sonra " Sana ne? " diye cevaplayıverdi yine kendisi. Kimse kim di?

Sabaha karşı eve gittiğinde sırt üstü yatıp o gün gördüğü kadını düşünmeye başladı. Ne kadar manalı bir yüzü vardı.Kocaman kahve rengi gözlerini çevreleyen kıvrık kirpikleriyle güzel taranmış simsiyah dalgaları saçları kafasına kazınmıştı. Bütün gün iş yaparken, siparişler için bir yerlere giderken aklında hep bu gözler vardı. Kafasını döndüğü her yerden ona bakacak , bakmasını ümit ettiği o kahverengi gözler !

Ertesi sabahı iple çekti.Öğle vakti yine aynı şirkete yemek servisi götürdü. Gözleri o masadaki kadını aradı . Ama bir yığın evrak dolu masada kimse yoktu. Daha fazla oyalanacak sebepte yoktu. Şirketten çıktığında kalbi kulkalarından çıkacakmış gibi atıyordu. Neredeydi kadın? Yoksa dün gördüğü bir rüya bir serap mıydı ? Çaresizce ağlamak istiyor ama iri cüssesi ve her daim ciddi tavrına hiç de yakışmayacağını düşünüp dudaklarını ısırıyordu. Ne oluyor bana diye düşündü. Dokuz yaşından beri gece gündüz çalışan, bu zamana kadar da aklına hiç kadın meselesi düşmemiş kendisini yadırgıyor ama kalbinin bu kez farklı çarpmasına engel olamıyordu. Ne yapıp edip bir sebep bulup geri dönmeliydi. Gün bitmesine yakın elinde beş adet bol fıstıklı kazandibi ile şirkete vardığında masada gördüğü kadın ile içine gün doğdu.Ciddi yüzüne yanlamasına etiket gibi yapışan gülümsemesine engel olmıyor kapıda hiç kıpırdamadan duruyordu. Onu ilk farkeden içerdeki şef oldu. Sonra diğerleri. Kadın gözlerini kaldırıp karşısındaki erkeğin gözlerinin onda olduğunu farkedip başını yine o tatlı gülümsemesiyle evraklarına eğdi. Erkek kendini toplayarak hemen şefe yönelip , patronun tatlı ikramını getirdiğini söyleyerek yine bir gözü kadında şirketi terketti.

İşte oradaydı, orada ! Demek ki gördüğü ne bir rüya ne de seraptı. Sevinç ve heyacandan çılgına dönmüş Karaköy'den Beyoğlu'na koşar adımlarla geçmişti. Hayatının kadını ve ilk aşkı olacak kadın için "Buldum, buldum ! " diye bağırırken bir taraftan da hiç kimsenin onda görmeye alışkın olmadığı gülümsemesiyle gelen geçene sarılıyordu.

Kadının gözleri yerde dudakları titriyordu. Erkek ise kadının küçücük ellerini sıkıca tutmuş ısrarlı gözlerle ona bakıyordu. " Mümkün değil, olması mümkün değil" dedi usulca kadın. Erkek " Olacak! Ben olduracağım " dedi inanç ve aşkla. Tam tersi gibi görünse de kadın erkekten 12 yaş büyük ve iki tane de çocuğu vardı. Olması gerçekten mümkün görünmüyordu. Ama erkeğin inanç ve sevgisine inat da eklenince erkeğin evlenmelerine muhalefet eden akrabalarından birkaç ay saklanmak zorunda kalmaları ve herşeye rağmen evlenmeleri , ölene kadar sürecek mutlu bir yuvanın başlangıç noktasıydı. En kötü günleri sadece kaçmak zorunda oldukları o birkaç ay olmuştu hayatlarında. Erkek, hiç baba sevgisi ve merhameti tatmamış erkek çocuklara baba, kadına ise gerçek bir koca olmuştu. Aşklarının ortak meyvesi bir erkek çocuk ile de bundan sonra hiç ayrılmayacaklarının ilanını vermiş oldular akrabalarına.

Kadın 83 yaşında vefat edene kadar erkek onun yanındaydı, yanıbaşında. Çok ama çok mutlu bir hayatları , yıllara meydan okuyan harika bir aşkları vardı. Hayatımın aşktan ötürü yara alan en zor zamanlarımı onların yanında sararak geçirmem yine onların muhteşem aşk hikayeleri ile mümkün oldu. Bugün erkek hayata gözlerini yumarken, kadınına kavuşacağı heyacanı içinde hiç umutsuz değildi. Gözlerinde yıllar öncesinin inancı, aşkı ve heyecanı içerisinde onu bitiren hastalığına hiç direnmeksizin , sevdiğine kavuşacak olmanın telaşıyla hepimize elveda dedi.

Bu dünya sahnesi böyle bir kadın ve erkeğin aşkı ile herşeye rağmen umudu , inancı ve sevgiyi toprağına nüfus ederek çoğalmayı salık etti...


9 Haziran 2010 Çarşamba

PLACİDO DOMİNGO

80'li ve 90'lı yıllar operaya tutkuyla bağlı olduğum yıllardı. Zeynep Oral'ın kaleme alıp Leyla Gencer 'in hayat hikayesi " Tutkunun Romanı" , başucu kitabımdı . Her satırını ezbere biliyor olsam da ayırmazdım başımdan. Erkek tenor favorim ise Pavorotti' ydi. Ta ki 1994 yılında almış olduğum bir albüme kadar. " De Mi Alma Latina " !

İşte bu albümden sonra favorim İspanyol tenor Placido Domingo oldu. Bir popstar ya da genel deyimle bir artist karşısında saçını başını yolan ,iç çamaşırlarını atan kızları hiç anlayamamış ,fanatizm ve radikalizm'e de her daim karşı olan bu fani , söz konusu albümü her dinlediğinde Domingo ile hiç bilmediği Buenos Aires sokaklarında dolaşmak , gözlerimin içine bakılarak Sin ti' yi dinlemek , Adios ile sahile vurmak; daha da ileri gidip Madam Butterfly olup Pinkerton'un ihaneti karşısında gözyaşı döküp yalvarmak ister . Başrollerde hep ben ve Domingo...

Sanırım bu hayaller yeni yetme genç kızlarınkinden biraz farklı ama beni çok mutlu eden masum hayaller. 1994 den beri hiç azalmayan sevgi ile dinliyorum Domingo'yu.

Opera hayallerim ise yıllarca devam eden şan dersleri ve birkaç arya söyleyebiliyor olmanın ötesine geçemedi. Hem de tüm çaba ve göze aldığım tüm tehlikelere rağmen. O sahnede olma hayalleri şimdi gerçek hayatın eğlencesi, avukat hanımın kafasını dağıtmanın yollarından biri olarak düş dünyasındaki rafta, her an çıkmaya hazır sıra bekliyor.

Sizlere Gracias A La Vida ile veda eder notaların her daim eşlikçi olduğu, hayallerin hayatı esir almayıp tatlı bir esinti yarattığı yaşam dilerim.




8 Haziran 2010 Salı

YAĞMUR


Bu nasıl bir yağmur ? Gökyüzü delindi sanki. Bana İzmir'de yağan yağmurları hatırlattı. Böyle yağarken bir de ona çat çat diye ses çıkaran şimşekler eşlik eder ve ben nereye saklanacağımı şaşırırdım.Hala da çok korkarım şimşekten. Sokakta yakalanırsam mutlaka kedi gibi girer saklanırım ya bir apartmana ya da daha farklı güvenli bir yere. Dışarıda olmayayım yeter.


İzmir yağmurlarının burdakinden farklı bir özelliği de yağmurdan yarım saat, ya da en fazla bir saat sonra tabak gibi güneş bir yerden çıkar ve her yer süt liman misali durulur, hayat devam eder. Burada gökyüzü bir türlü göstermez kendini nazlı kız misali. Gri bir hava, kafana kapatılmış fanusu hissettirir hep sana.Ama İzmir'de naz yok , kapris yok ; açılıp saçılır zilli sarman güneşi. Sarar ruhunun en gizli bahçesini, çıkarır ortaya sır bildiğin tüm güzelliklerini.


Sabah geldim gelmesine ofise ama arabamın önüne takılı plakam yok ortalarda. Sulara fazla direnemiş olacak.. Annemin İzmir'den gelme ihtimali de ortadan kalkınca içime çöreklenen sıkıntı bir türlü beni terketmiyor. Şu iki gündür herşey ters gidiyor.Biliyorum bunlar son yağmurlar, bitip gidecek ve benim tüm sıkıntımla birlikte veda edecek. Böyle istiyorum, böyle umuyorum; yapılacak birşey olmadığında ummacıya yatıyorum.


Yarına olan umutlarımla elveda diyorum..


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...